Tire’de zamana meydan okuyan bir gelenek: Sultan Nevruz
Sultan Nevruz’da Balım Sultan’da toplaşan insanlar, yemyeşil kırlarda tabiatın uyanışıyla güç toplayıp adeta kendilerini yeniler. Bir arada olmanın hazzını duyup hoşgörü ortamı içinde sevince boyanırlar. Doğadan ve birbirlerinden zarar değil, yarar görmenin yollarını keşfederler.
Yazı:Celal Erdem - Sosyal Antropolog
Nevruzu Tireliler, sevgi ve hoşgörü ortamı içinde konuklarıyla yemyeşil kırlarda, mesire yerlerinde doğa bayramı olarak kutlar. Tire’de gelenekselleşen ve yüzyıllardır kutlandığı ifade edilen Sultan Nevruz Bayramı’nın tarihçesine ve uygulamalarına geçmeden önce Nevruz kavramına ve menşeine kısaca göz atalım. “Yenigün” anlamına gelen ve Farsça kökenli bir kavram olan Nevruz; gece ile gündüzün eşitlendiği 21 Mart günü olup, Kuzey Yarımkürede baharın başlangıcıdır. Bu günün Ortaasya’dan Balkanlara kadar Türk topluluklarında Nevruz, Noruz, Navrız, Ergenekon, Bozkurt, Çağan, Sultan Nevruz gibi adlandırmalarla; “yılbaşı” ve “baharın başlangıcı” olarak; benzer ve farklı çeşitli gelenek, inanç ve uygulamalarla kutlanageldiği bilinmektedir. Rumi takvime göre 9 Mart’a rastlayan bu gün “Mart Dokuzu” olarak da anılmaktadır.
Nevruz’un menşei konusunda farklı görüşler vardır. Dr. Abdülhaluk Çay’a göre; Orta Asya Türk toplulukları ile İranlılarda ortak bir kültür unsuru olarak görülen Nevruz Bayramı, Türklerde tabiat, varoluş ve diriliş bayramı olarak nitelendirilmektedir.
Prof. Dr. Reşat Genç, Azerbaycan Ansiklopedisi’ne atıf yaparak, “Nevruz; kadim Şark ananelerinin devamıdır. Çin kaynaklarından Hunların daha milattan yüzlerce yıl önceleri, 21 Mart tarihinde hazır yemeklerle kıra çıktıklarını, bahar şenlikleri yaptıklarını, bugünkü Nevruz kutlamalarında gördüğümüz birtakım adet ve uygulamaları yaşadıklarını biliyoruz. Aynı geleneklerin Hunlardan sonra Uygurlarda da varlığına şahit oluyoruz. Bu gelenekler Uygurlardan da günümüze kadar gelmiştir... Menşei neresi olursa olsun M.Ö. 3. yüzyıldan yani Mete Han zamanından beri Türklerde var olan bir bayram, bir bahar bayramı geleneğidir” demektedir.
Prof. Dr. Mahmut Tezcan da benzer görüşleri ifade ettikten sonra; Nevruz’u İran geleneğine bağlayan Firdevsi’nin Şehnamesi ve diğer kaynakların yanıltıcı olduğunu; Milattan Önceki yıllarda Nevruz hakkında İran metinlerinde herhangi bir iz ve kayıt olmadığını, Hunlarda ve Uygurlarda Nevruz’un kutlandığını gösteren belgelere rastlandığını anlatır. Tezcan, Türklerde yılbaşının ilkbaharda, gece ile gündüzün eşit olduğu 21 Mart gününde olduğuna dikkat çekerek, Divan ü Lugati’t Türk’te, 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nde yılbaşının 21 Mart gününe, yani Nevruz’a denk geldiğini belirtir.
Prof. Dr. Mürsel Öztürk’e göre, Nevruz’un yılbaşı olarak kabul edilişinin tarihi çok eskilere dayanır. İran’da ilk defa efsanevi bir hanedan olan Pişdadilerin ilk Padişahlarından Çemşid zamanında ortaya çıkmış, daha sonraları Akamenidler, Partlar ve Sasaniler devirlerinde daha yaygın bir hal almış, İslami dönemde de İran’ın önemli bayramları arasında kutlanmıştır. Ortaasya’dan Balkanlara bütün Türk toplumlarının bayramı olan Nevruz, Irak, Mısır ve çeşitli Arap ülkelerinde de kutlanıyor. Selçuklular ve Osmanlılardaki ‘Nevruziye Pişkesi’ ve ‘Nevruz Macunu’ndan bahsedilmekte ve hatta günümüzde Manisa’da geleneksel olarak her yıl yapılan ‘Mesir Macunu’nun bu geleneğin devamı olduğu anlatılmaktadır.
Tam bu noktada Tire’de bu geleneğin nasıl başladığı ve günümüze kadar nasıl ulaştığı sorusuna bir yorum getirebiliriz. Manisa mesir macunu örneğinde olduğu gibi, Osmanlı saray geleneklerinin bir uzantısı olarak Sultan Nevruz geleneğinin Tire’ye de taşındığı ve günümüze kadar yaşayageldiği varsayılabilir.
Yüzyıllardır bu bayramı kutlasalar da Tireliler, Sultan Nevruz’un menşei hakkında bilgiye sahip değiller. Onlar için Sultan Nevruz, çok eskiden beri var olan, atalarından gelen bir gelenek.
Sultan Nevruz’un Tire’nin en eski ve köklü geleneklerinden olduğunu belirten Tireli Araştırmacı-Yazar Yılmaz Göçmen de, bu bayramın menşei hakkında geçmişten bugüne anlatılagelen bir söylenceyi de şöyle aktarır: “1402 yılında Ankara Ovası’nda Yıldırım Beyazıt’ın Osmanlı ordusuyla Timur’un ordusu karşı karşıya gelir. Savaşı Timur kazanır, Yıldırım Beyazıt kaybeder. Yıldırım, Timur’a esir düşer. Timur, ordusuyla Anadolu’da batıya doğru ilerlemeye devam eder ve Tire’ye gelir. Timur ve ordusu 1403 yılını Tire’de geçirir. 21 Mart’ta da Timur’un emir ve himayesinde Tire’de ilk Nevruz kutlanır. Bu bayramı çok seven Tireliler, Timur’un hediyesi olan bu güne, “Sultanın Nevruzu” veya “Sultan Nevruz” adını koyar. Timur, Semerkant’a geriye döneceği zaman askerlerinden yaşlı olanları ve zanaatkârları Tire’de bırakır. Tire’de kalan bu büyük nüfus, dağ köylerine yerleşir. İşte o kalanlarla Tireliler birlikte 1403 Mart’ından günümüze “Sultan Nevruzu” kutlar.”
Tireli Tarihçi-Araştırmacı ve Yazar Munis Armağan’a göre Sultan Nevruz kutlamaları, ilçeye 4-5 kilometre mesafede Hisarlık Köyü yamaçlarında yeşillikler arasında bulunan, Tire tarihinde çok önemli işleve sahip ve eski bir Bektaşi Tekkesi olan Balım Sultan Türbesi etrafında başlayıp gelişmiş; son yıllarda piknik havasında Toptepe, Taştepe, Maltepe, Dere Kahve, Ali Baba gibi diğer mesire yerlerine taşınmıştır.
Balım Sultan Tekkesi ve Sultan Nevruz
Yüzyıllar öncesinden günümüze kadar ulaşan ve halen büyük bir katılımla kutlanan Sultan Nevruz’un Balım Sultan Tekkesi çevresinde oluşmuş bir geleneksel tören olduğu görüşü öne çıkıyor. Burada Balım Sultan’dan bahsetmek gerekiyor. “Pir-i Sani unvanıyla anılan Balım Sultan’ın yaşamı ile ilgili bilgilerde açıklık yok, ancak Bektaşi düşüncesinin disiplin altına alınması ve hiyerarşik yapılanmanın onunla gerçekleştiği biliniyor. Tarihi süreçte erken ve geç dönemde yaşayan üç Balım Sultan olduğundan bahsediliyor:
- Pir Evindeki Balım Sultan (Hacıbektaş)
- 14.yüzyıldaki Balım Sultan (Balıkesir)
- Tire’deki Balım Sultan.
Kitabe bilgilerinden anlaşılmaktadır ki, Pir Evindeki Balım Sultan ile Tire’deki Balım Sultan aynı yıllarda yaşamış. Yine kitabede alışık olmadığımız bir açıklama vardır; “büyük bir sülaleye mensup...” Munis Armağan bu gizemli açıklamanın “Baliler Sülalesine” işaret ettiğine ve bu şecerenin Ege tarihine yön verdiğine dair bulgulara rastladığını vurguluyor.
1671 yılında Tire’ye gelmiş olan Ünlü Gezgin Evliya Çelebi, bu coğrafyaya kendisi gibi Kanuni Sultan Süleyman’ın da hayran kaldığını ve Nevruz’u burada kutlamaları için Tire halkına ferman buyurduğunu anlatır. Evliya Çelebi ayrıca, Sultan’ın Rodos Seferi dönüşünde burada 40 gün kaldığını ve suyunu çok sevdiğini bu nedenle “Balpınarı” dediğini iletir. Burada zaviyenin birçok hücresi olduğunu, havuz ve hamam gibi ünitelerin gül bahçeleri içinde yer aldığını ve Ahi törenlerinin burada yapıldığını vurgular. Kendisinin bu coğrafyaya hayranlığını, bir çınar gövdesine yazdığı Karahisari tarzlı şiirle ifade eder ve bu coğrafyanın ününün tüm bölgeye yayıldığını anlatır. Evliya Çelebi’yi doğrularcasına, İzmir’deki bir diğer Bektaşi Zaviyesi’nin adı da Balpınarı Tekkesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Peştamal kuşanma törenlerinin burada yapılıyor olması; Ali Baba, Yegan Baba, Alihan Baba, İsa Baba ve Yusufhan Baba gibi Horasanilerin ahi unvanlarıyla bu sülaleden oluşları ise dikkat çekicidir. Kısacası Nevruz Bayramı ve Ahi teşkilatına hâkimiyet, Horasaniler üzerinde görünmektedir.”
Sultan Nevruz geleneği Bektaşi kültüründen kaynaklanmasına rağmen; Balım Sultan yöresinde bulunan ve Tire’nin tek Çepni-Alevi Köyü olan Çayırlı’nın konuyu pek sahiplenmediği gözlemlenmiş ve kaynak kişilerce de teyit edilmiştir.
Sultan Nevruz hazırlıkları
‘’Rumi takvimde Mart’ın 9’una şimdi Mart’ın 22’sine denk gelir; Mart Dokuzu da denir.” İşte Sultan Nevruz o gündür. Fakat Tireliler son yüzyılda bu günü pazar gününe denk getirir. İlçe halkı sessizce kırlara çıkmak için hazırlığını yapar.
Eskiden hazırlıklar haftalar önceden başlar; bademler, cevizler kırılır; çerezler hazırlanır, dolmalar sarılır, börekler ve kurabiyeler yapılırmış. Anneler kızlarına, kaynanalar gelinlerine kırmızı kazaklar örer, oyalı çemberler (yemeni) hazırlar ve hediye ederlermiş. Küçük çocuklar için uçurtmalar yapılırmış. Çok eski yıllara ait hatıralarda, “Kulakları küpeli mengüşlü tekke dervişlerinin, süsledikleri kurbanlık hayvanlarla Tire sokaklarında dolaşarak, halkı Sultan Nevruz’a davet ettikleri’’ anlatılıyor.
Yine eskiden Manisa, Balıkesir ve diğer Ege Bölgesi illerinden de insanların Balım Sultan’a Sultan Nevruz kutlamak üzere geldikleri, hatta İzmir’den-Tire’ye TCDD tarafından o gün özel ek sefer düzenlendiği hatırlanıyor. Günümüzde de İzmir’de ve hatta başka illerde yaşayan Tirelilerin Sultan Nevruz’a geldikleri tespit edilmiştir.
Sultan Nevruz Bayramına hemen her kesimden insan, sevgi ve hoşgörü ortamı içinde katılır hala. O gün bağlar, dere kenarları, yeşil bayırlar, dağ taş, çoluk-çocuk, yaşlı-genç, erkek-kadın ailelerle dolar. Tire kent merkezi adeta boşalır, çünkü herkes kırlara akın eder. Genelde aileler kendi başlarına çıktıkları gibi akrabalar, komşular ve özellikle nişanlı/dünür aileler birbirlerini davet edip, beraberce çıkarlar kırlara. İkram, sohbet, oyun, eğlence atmosferinde insanlar kaynaşır. Kırlarda gezintiye çıkılır, sarmaşık, kuzu kulağı gibi otlar ile lale ve papatya gibi kır çiçekleri toplanır. Genç kızlara çiçeklerden taç yapılır. Yeni dostluklar kurulur, kızlar, oğlanlar birbirleriyle bakışır, gönüllerden gönüllere yollar kurulur. Kırlarda tüten ocakların dumanları, kuş cıvıltıları, çocukların gülüşleri insanların yaşama sevincine dönüşür. İnsanlar uzun süren soğuk kış günlerinin kasvetini üzerlerinden atıp, yemyeşil çimenlerin üstünde baharı coşkuyla karşılar.
Sultan Nevruz’a giderken bazı aileler çalgıcı da çağırır. Çalgıcılar çalar, zeybekler oynanır. Çocuklar top oyunları ve saklambaç gibi oyunlar oynarlar, ip atlarlar, salıncaklar kurulur... Sultan Nevruz’un olmazsa olmazlarından biri de uçurtmalardır. Çocuklar için yapılan veya satın alınan uçurtmalara yörede kasnaklı denilir. Tire’de her çocuğun kasnaklı ile ilgili bir anısı vardır. “Eski zamanlardan kalma bir adet vardır: Uçurtmaların kuyruğuna ortası delikli jiletlerden bağlardık. Uçurtmalarımız havada süzülürken diğer çocukların ipini kesmeye ve uçurtmalarını düşürmeye uğraşırdık. İp kesilip uçurtma düşüşe geçince “yağma” diye bağırırdık. Kim kaparsa onun olurdu. Ganimet sayılırdı” diye anlatıyor Tireli yaşlı bir delikanlı o günlere dair anılarını.
Sultan Nevruz’da Balım Sultan’da toplanan insanlar, yemyeşil kırlarda tabiatın uyanışıyla güç toplayıp adeta kendilerini yenilerler. Bir arada olmanın hazzını duyup hoşgörü ortamında sevinç içinde olurlar. Doğadan ve birbirlerinden zarar değil yarar görmenin yollarını keşfederler. Birlik, yardımlaşma ve dayanışma duyguları güçlenir. Dağları, vadileri kaplayan bu kutlamalar insanın insana ve doğaya sevgisini, saygısını ve emeğini sergilediği, medeni dünyanın arzuladığı görüntüler değil midir?