Kemeraltı cami dizisinin incisi: Kestanepazarı Camisi

Yüzyıllardır İzmir’de ticaretin kalbinin attığı bir merkezdir Kemeraltı. Hergün onbinlerce ziyaretçinin ayak bastığı bu tarihi çarşıda farklı yüzyıllarda yaptırılmış pek çok cami bulunur. Birbirinden renkli dükkanlar ve binaların arasında adeta özenle serpiştirilmiş izlenimini veren bu camilerin en ilginç olanlarından biri Kestanepazarı Camisi’dir.   

Yazı: Prof. Dr. Hakkı Önkal

İzmir, XIV ve XV. yüzyıllarda, hinterlandındaki merkezlerde gerçekleştirilen imar etkinliklerine benzer bir faaliyete ortak olamamış ve bundan yoksun kalmış bir kenttir. XVI. yüzyılın sonlarında dahi kaynakların sadece birkaç caminin varlığından bahsetmesi, söz konusu yüzyılda durumun çok değişmediğini ortaya koyar. XVII. yüzyıldaki iktisadi gelişmeler, ticari hayattaki canlılık ve İzmir limanının eski hayatiyetini kazanması, imar etkinliklerinde de yansıma bulmuş ve bu yüzyılın sonlarında cami sayısı 17’ye yükselmiştir. Sonraki yüzyıllarda bu refah seviyesinin giderek artması, Yalı’dan Hisarönü’ne kadar, Kemeraltı’nda, orta ölçekli bir dizi caminin kurulmasına imkân vermiştir. Bunların, özellikle örtü sistemi ile en ilginç olanlarından biri, Kestanepazarı Camisi’dir. Kemeraltı camilerinin çoğu, buranın yoğun bir iş merkezi olması nedeniyle fevkani bir düzenlemeye sahiptir. Şadırvanaltı Camisi ile Başdurak Camisi arasında yer alan Kestanepazarı Camisi de bu düzene uygun düşen, alttaki tonozlu galeriler/dükkânlar ile yükseltilmiş bir platform üzerinde kurulmuştur.

Kaynaklar, burada, XVII. yüzyılın ikinci yarısından önce, Kızıl İbrahim tarafından yaptırılan bir caminin varlığından söz eder. Muhtemelen, İzmir’de, 1626, 1639, 1653, 1654 ve 1663 yıllarında vuku bulan bir dizi depreme bağlı olarak yıkılan bu caminin yerine, 1667-1668’de Ahmed Ağa tarafından yeni bir cami inşa edilmiştir. Evliya Çelebi’nin bir kısım malzemesinin İstanbul’dan getirtildiğini, minaresinin yeşil taştan olduğunu söylediği bu cami, XIX. yüzyılda, büyük bir yangın sonucunda harap olunca, bugünkü cami inşa edilmiştir.

İki ayrı yöndeki iki merdivenle ulaşılan yüksek ve geniş bir platform üzerinde kurulmuş yapı, kare planlı bir harim, onun kuzeyinde yer alan üç kemer gözlü bir son cemaat revakı ve harimin kuzey-batı köşesinde yükselen bir minareden oluşur. Revakın dip duvarına yerleştirilmiş yuvarlak kemerli geniş kapıdan geçilerek ulaşılan harim, muntazam bir kare plan arz eder. Mekân, ortada dört yüksek mermer sütunla taşınan merkezi küçük bir kubbenin, ana mihverlerde dört beşik tonozla genişletilmesi ve köşelerin birer küçük kubbe ile kapatılmasıyla oluşturulmuş bir örtü sistemine sahiptir. Tonozların kemer açıklıkları, kubbelerin çapları büyük olmamakla beraber, yapının örtü strüktürünün farklı tasarımı, bu kubbe ve tonoz kombinezonu ile oluşturulmuş örtüyü ilgi çekici kılar. Kare kesitli yüksek kaidelere oturan mermer dört üstüvane sütun, doğrudan merkezi kubbe ve tonoz kemerlerini taşımaz, tersine köşe kubbelerinin taş kemerlerine mesnet teşkil eder. Mermerden kompozit başlıklı bu sütunların üzerinde ayrıca, yine taştan payeler yükseltilmiş ve tonoz kemerleri bunlara oturtulmuştur. Üstte, merkezi kubbe, tonozların ortasındaki boşluğu kapatır. Böylece, köşe kubbeleri, tonozlar ve merkezi kubbe, farklı üzengi seviyelerinde, kademeli bir şekilde yerleştirilmişlerse de bu, ahenkli bir ehrami yükselişe imkân vermez. Örtünün bu tarzdaki kademeli tertibi, mekâna beklenenden daha fazla bir yükseklik sağlamıştır. Gözü yoran bu yükseklik, tonoz üzengilerinin altında mekânı dolanan alçıdan geniş bir frizle kesilir. Duvarları, tonoz ve kubbe yüzeyleri sıvalı ve bezemesiz yapının, köşe kubbe kemerleri yanlarda, duvarlara gömülmüş yarım üstüvanelere dayanır. Bunların alçıdan kompozit yarım başlıkları vardır.

Dolmabahçe’nin askı kemer pencerelerini hatırlatır

Mekân, duvarlarda açılmış geniş ve yüksek pencerelerle bol ışığa kavuşur. Dört kenarda benzer bir düzende kurulmak istenen pencerelerin bu düzenini güneyde mihrap, kuzeyde kapı bozar. İki yanda, birbirine mütenazır bir şekilde yerleştirilen pencereler, ortada alt sırada, üçlü bir düzen gösterirler. Yuvarlak kemerli, geniş ve hafifçe yüksek ortadaki pencere açıklığının iki yanına, gotik tarzlı dar ve sivri kemerli birer pencere yerleştirilmiş ve bunlar alçı silmelerle kuşatılmıştır. Bu üçlü pencere grubunun ortasındaki pencere formunu tekrarlayan ikişer pencere, dört duvarın iki yanına yerleştirilmiş ve böylece mekânın bol bir ışıkla aydınlanmasına imkân sağlanmıştır. Üçlü pencere düzeni üstte de tekrarlanır. Ancak, bunların üst kısımları silmelerle kesildiği için pencereler düz atkılı bir mahiyet almıştır. Buna karşılık, frizin üzerinde yer alan ve üçlü pencere genişliğine ulaşan yuvarlak kemerli pencere, bu alttakilerle bütünleşmekte ve adeta bu ikisi, yuvarlak kemerli geniş ve yüksek bir pencere hüviyetine kavuşmaktadır. Aslında tonoz kemerinin dış yüzü olan bu açıklık, ışınsal taksimatıyla Dolmabahçe Camisi’nin askı kemer pencerelerini hatırlatır.

Alt sıradaki yan pencerelerin üzerine birer dana gözü pencere yapılmış, böylece hem duvarlarda boşluk – doluluk dengesi korunmuş hem de üst düzeylere hareketlilik getirilmiştir.

Yapının içindeki litürjik elemanlardan mihrap, minber ve va’z kürsüsü özel bir özenle ele alınmıştır. İki yanda, ön yüzleri yivli pilasterlerle desteklenmiş yarım daire kavisli mermer mihrap, üstte, Selçuk’taki İsa Bey Camiinden getirtildiği bilinen, mukarnaslı bir kavsara ile biter. Mukarnas yuvalarının içleri ile kavsarayı kuşatan sivri kavsin altındaki yüzeyler, iri rumiler ve kıvrım dallar ile bezenmiş kuşatma kavsinin dış satıhları ise boş bırakılmıştır. Kavsaranın üzerinde, iki yanda üst üste bindirilmiş pilasterlerle çerçevelenmiş levhada, sülüsle yazılmış ayet ve hadisler yer alır. “Fenadethü” ayetinin altındaki daha küçük hurufatla yazılmış olan, bir hadis-i kudsidir.

Yazı levhasının üzerinde, bir vazodan taşan, yaprakların, kıvrım dalların, çiçek demetlerinin oluşturduğu alçıdan büyük bir tac üstte mihrabı tamamlar. Mihrap nişinin iki yanına üst üste oturtulmuş iki sütun dikilmiştir. İyon başlıklı yeşil porfirden üstüvane sütunların üzerinde beyaz mermerden daha kısa birer sütun yükselir. Bunlar mihrap bölgesine özel bir vurgu için konulmuş olmalıdır. En dışta yivli pilasterler mihrabı çerçevelerler.

Yanındaki minber de mermerdendir. Köşkü, aynaları, korkuluğu ve kapısı ile bu eleman mihrapla eş değerdedir. Yan aynaların boş bırakılmasına karşılık köşk ve kapı özenle ele alınmış ve zengince bezenmiştir. İki değişik mermer sütuncenin üst üste bindirilmesi ve bunların sivri uçlu memeli kemerlerle birleştirilmesiyle oluşturulan köşkün dalgalı üst frizlerinin üstüne deniz kabuğu tarzında yivli taçlar yapılmış, ön yüzdeki memeli kemerin iki yanına çok girift ve istifli hadisler yazılmıştır. Korkuluğun mermer küpeştesini, S şeklindeki mermer parmaklıklar destekler. Minberin kapısı daha da süslüdür. İki yandaki volütlü başlıklara sahip iki sütun, altından sarkan perde motifleriyle süslü, sivri kavisli bir kemerle, birbirine bağlanmış ve üstte, dalgalı taşkın bir kornişle sınırlanmıştır. Bunları hem önde hem de yanlarda, akant yapraklı birer konsol destekler. Kornişin üstünde istiridye kabuğunu andıran yivli bir tepelik, minber kapısını taçlandırır. Kemer kavsinin köşelikleri ile bunların üzerindeki yüzey çok güzel celi sülüs bir yazıyla doldurulmuştur. Köşk altındaki geçitlerin kemer kavsi altları da mermerden perde motifleri ile süslü olup yanlar pilasterlerle zenginleştirilmiştir. Köşkün duvara dayalı kemerinin iç yüzünde de yazılara yer verildiğini belirtelim.

Harimin güney-doğu köşesine yerleştirilmiş mermer va’z kürsüsü de, hem formu hem merdiveni ve korkulukları ile ilgi çekicidir. Kürsü mermerden bir sütun üzerine oturur. Buraya babaları ve parmaklıkları ile ilginç bir merdivenle çıkılır. Bu farklı denemeler, sanatçıların yenilikler peşinde koştuklarını gösterir.

Harimin kuzey duvarı boyunca uzanan fevkani mahfil, önde dalgalı bir hareketlilik sunar. Gayet ince dört sütunla taşınan mahfile, iki uçtaki kıvrılarak yükselen iki merdivenle çıkılır. Sütunlar kademeli yerleştirilmiş, mahfil ve merdivenlerin ahşap korkulukları, minberinkini andıran S profilli parmaklıklarla süslenmiştir. 

Üç kemer gözlü revak

Harimin önündeki üç kemer gözlü revak, eş büyüklükteki üç kubbe ile kapatılmıştır. Taştan kemerler arasındaki düz pandantiflerle geçiş yapılan kubbelerin satıhları sıvalıdır ve boş tutulmuştur. Bu kubbeleri revakın önündeki ikisi müstakil, diğer ikisi köşe payelerine dayalı yarım, dört sütun taşır. Bunların mukabilleri kuzey duvarında gömülü yarım üstüvanelerdir. Mermerden bu yüksek sütunları geniş ve yüksek yuvarlak kemerler birbirine bağlar. Revakın yanları duvarla, önü camekânla kapalıdır. Yan duvarlara, alttakiler yuvarlak kemerli üsttekiler dana gözü şekilli pencereler açılmıştır.

Revakın dip duvarının ortasında kapı, yanlarda pencereler yer alır. Harime geçit veren geniş ve yüksek kapının mermerden kasetli kemeri, yanlardaki yüksek kaideler üzerinde yükselen pilasterlere basar. Bu pilasterlere bitişik benzer ikinci pilasterler, kapıyı yanlarda kuşatan akant yapraklı konsollara mesnet teşkil ederler. Bu konsollara dayalı, yarım yumurta dizisi ile süslü friz, kapıyı dikdörtgen çerçeve içine alır. Köşelikler boş bırakılmıştır. Farklı renkli mermerle örülü kemerin kilit taşı bir konsol gibi taşıntı yapar. Kapının bu çerçevesi üzerinde, yanlarda yine konsollarla sınırlandırılmış mermer levhaya, iki satır halinde ve çok iri celi bir sülüsle Besmeleyle birlikte “İnnema ya’müru” ayeti hakkedilmiştir. Ne yazık ki levhada tarih ve hattat imzası yer almamaktadır. Kapının ahşap kanatları, kare ve dikdörtgen küçük tablalarla süslüdür.

Yapının dış cepheleri, taşın ve sıvanın ortak kullanımı ile hareketli bir görünüme sahiptir. Eserin saçak silmeleri, pencere söve ve kemerleri, pilasterler taş ile yapılmış bunların arasında kalan duvar yüzeyleri sıva ile kapatılmıştır. Ancak cephelere asıl hareketliliği veren, tonozların saçak seviyesi üzerinde yükselen alınlıklarıdır. Bu alınlığın içindeki iç içe geçmiş iki taş sövenin, ışınsal düzende taksimiyle elde edilmiş yuvarlak kemerli üçlü pencere, yukarıda da işaret edildiği üzere, Dolmabahçe Camisi (1854-1855) pencere düzeninin yakın bir benzeridir. İlhamını bu yapıdan almış olması çok muhtemeldir.

Alt sıradaki pencerelerin taştan söveleri yatay derzlidir ve orta kemerlerin dış konturları yuvarlak iç konturları dilimlidir. Yanlardaki dar pencereleri kemerleri ise dışta sivri içte memeli kavislidir. Yuvarlak kemerli pencerelerin kilit taşları konsol şeklinde taşırılmıştır. Cephenin yanlarındaki alt sıra pencereleri, üçlü pencere grubunun orta pencerelerinin birer tekrarıdır. Üstteki dairesel pencerelerin söveleri de taştır.

Batı cephesinde, harimle revakın birleştiği hizada, dışarıya taşıntı yapan minare yer alır. Kare kesitli taştan minarenin kaidesi saçak seviyesine kadar yükselir. Bunun üzerindeki silindirik gövde, kurşun kaplı bir külahla tamamlanır. Şerefe altı iri armudi silmelerle desteklenmiş olup korkuluklara ajursuz taş levhalar vücut verir.

Yapının revak ve köşe kubbeleri, tonozları ve merkezi kubbesi, dışta kurşun kaplıdır ve tepelerinde birer alem vardır.

Son birkaç yıl öncesinde, büyük bir onarım görüp restore edilen yapının, son ihyasının tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte 1854-1855’te tamamlandığı bilinen Dolmabahçe Camisi’nden kuvvetli bir şekilde etkilendiği anlaşılan Kestanepazarı Camisi’nin, bu tarihten daha sonraki bir tarihte ve muhtemelen XIX. yüzyılın ikinci yarısının ortalarında inşa edilmiş olabileceğini ileri sürmek mümkündür. Caminin, ibadete ilişkin hizmetlere sahne olmasının yanı sıra İzmir’in eğitim ve kültür hizmetleri veren bazı kuruluşlarıyla bütünleştiğini de hatırlamak yerinde olacaktır.      

Kaynakça:

Aktepe, M. Münir, “Osmanlı Devri İzmir Camileri Hakkında Ön Bilgi”,TED, sy. 3, İstanbul, 1973, s.177-212.

Çobanoğlu, Ahmet Vefa, “Kestanepazarı Camii”, TDV İ.A. C.: 25, Ankara, 2002, s. 312-313

Kütükoğlu, Mübahat S., “İzmir”, TDV İ.A., C.: 23, İstanbul, 2001, s. 516-524.

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©