İlk Kurşundan Son An’a İzmir’in Cumhuriyet Sevgisi
Homeros’un ‘gök kubbenin altındaki en güzel şehir’ olarak betimlediği, Aristo’nun İskender’e ‘görmezsen eksik kalırsın’ diyerek önemini vurguladığı, büyük yazar Victor Hugo’nun onu hiç görmeden adına şiir yazıp bir ‘Prenses’e benzettiği;
farklı kültürlerin, yaşam tarzlarının, inançların binlerce yıldır bir arada barış içinde yaşadığı kavimler kapısı; Doğu Akdeniz’in merkezi, Ege’nin gerdanlığı!
Hasan Tahsin’in kurtuluş için sıktığı o kurşundan şimdiye kadar aynı coşkuyla sahip çıkıyor Cumhuriyet’ine İzmir...
Hasan Tahsin’in attığı İzmir; Ege’nin incisi, batının en doğusu, doğunun en batısı… İzmirli büyük ozan bu ilk kurşun, Anadolu’nun genelinde büyük yankı uyandırmıştı. Aydın, Denizli ve Balıkesir yöresinde, işgale karşı direnişin fitilini ateşledi. Bir rivayete göre, Çerkez Ethem, efeleri işgale karşı topladığı bir gün, Demirci Efe yerinden fırlayarak şunu söylemiştir;“Bir genç düşmana ilk kurşunu sıkmış, bundan sonrası bize düşer!”
İzmir’in kentsel gelişimi, 17. yüzyıldan itibaren ivme kazanmıştır. 1425’de başlayıp 17. yüzyıla kadar geçen süre içinde kasaba irisi bir kent özelliği taşıyan İzmir; 17. yüzyılla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun Batıya açılan kapısı olmuştur. Hinterlandında verimli tarım arazileri olan İzmir’in dünya kapitalist sistemine eklemlenen bir ‘Liman Kent’ olarak kentsel gelişimi; 17. yüzyılda Batı Avrupa’nın Osmanlı coğrafyasına doğru yayılma emelleri taşımasıyla paralellik taşımaktadır.
Batı Anadolu’nun zengin tarım ürünlerinin tek ihraç kapısı niteliğinde olan İzmir, bu tarihten itibaren batılı şirketlerin ve onların aracısı konumundaki Levanten aile işletmelerinin en önemli ilgi odaklarından birisi haline gelmeye başlamıştır. Bu olgu, kentin sosyolojik yapısını ve mekânsal görünümünü önemli bir değişime uğratmış olup farklı kültürler ve yaşam biçimleri İzmir’de bir arada barış içerisinde yaşamaya başlamıştır.
19.yüzyılın bütün yolculuk güncelerinde ‘Küçük Paris’ olarak adlandırılan İzmir, giderek batılı yaşam tarzının en rafine örneklerinin yaşandığı bir kent haline gelmiştir. Farklı dillerde yayınlanan gazeteleriyle, Avrupa’dakileri aratmayan kafeleriyle, tiyatro binaları ve konser salonlarıyla İzmir; kültürel olarak da Doğu Akdeniz liman kentleri içinde ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuştur.
11 Ekim 1925 günü İzmir Belediye Balkonu'ndan halka hitaben yaptığı konuşmada: "Ben İzmir'i ilk gördüğüm gün mektebi terk ederek menfâma (sürgüne) gittiğim gündür. Bu güzel memlekette, menfâma giderken birkaç saat geçirmiştim. O zaman bu güzel rıhtımı baştan başa bize hasmîâi can olan yabancı bir ırkın mensuplarıyla memlû görmüştüm. O zaman hükmetmiştim ki; İzmir hakiki, asil ve necip Türk İzmirlilerden gitmişti.."
İzmir’in 140 yıllık yerel yönetim geleneği içinde hizmetleriyle bu kentin çağdaş ve modern bir kent olarak gelişmesine öncülük etmiş çok önemli belediye başkanları vardır. Bazı belediye başkanlarının, kurumsal olarak belediyenin de önüne geçerek, İzmir yerel tarihi içerisinde önemli bir yer teşkil ettiği söylenebilir. 1868’lerden Cumhuriyet dönemine kadar uzanan gelişmelerde İzmir belediyesinde görev yapan belediye başkanları, gerçekleştirmiş oldukları alt yapı hizmetleriyle İzmir’i batılı modern bir kent havasına büründürmüşlerdir.
Elimizdeki kaynaklar İzmir’in ilk belediye başkanının kim olduğunu tam olarak bize göstermese de Hüseyin Rıfat’ın Ticaret Rehberi’nde İzmir’in ilk belediye başkanları arasında Süleyman Bey isminde birinin zikredildiği bilinmektedir. Bütün bunlarla birlikte kaynakların saptayabildiği ilk belediye başkanı 1875’te İzmir Belediye Reisi olan Yenişehirlizade Ahmet Efendi’dir.
İzmir’in İşgali ve Kurtuluş
Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nı yenik kapamasıyla birlikte 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Mütarekenamesi Anadolu’yu emperyalist devletlerin işgaline açık bir alan haline getirmiştir. I. Dünya Savaşı’nda emperyalistler arasında yapılan gizli anlaşmalarda aslında İzmir ve çevresi İtalya’ya bırakılmıştı. Ancak savaş sonrasında İngiltere, Ortadoğu’daki petrol bölgelerini İngiliz çıkarları doğrultusunda koruyacak bir taşeron güç aramaktaydı. Bunun için Yunanistan biçilmiş kaftandı. Bu gelişmelerle birlikte İtilaf Devletleri, 19 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda Yunanistan’ın, İzmir ve çevresini işgal etmesini kararlaştırmıştır. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunan Ordusu tarafından işgal edilmesi, tüm Anadolu’da milli bilinci harekete geçirmiştir.
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın nihai hedefini İzmir’in düşman işgalinden kurtulması olarak belirlemiştir. İşgaliyle birlikte İzmir; modern Türk ulus-devletinin kuruluşunun temel harcını oluşturmuştur. 15 Mayıs 1919’da Gazeteci Hasan Tahsin’in Yunan ordusuna karşı sıktığı ilk kurşun, üç yıl dört ay sürecek olan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın da ilk kıvılcımı olmuştur. Türk ulusu, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde 20. yüzyılda emperyalizme karşı ilk ulusal bağımsızlık hareketini bu gelişmeler ışığında başlatmıştır. 26 Ağustos 1922’de TBMM’nin, Başkomutan Mustafa Kemal önderliğinde giriştiği Büyük Taarruz sonucunda 9 Eylül 1922’de yani üç yıl dört ay sonra İzmir, emperyalist işgalden kurtulmuştur.
Mustafa Kemal yanına yazar Ruşen Eşref'i ve yaverlerini alarak otomobiline biner, biri otomobilinin önünde diğeri arkasında yer alan iki kısraklı süvari bölüğünün arasında, Konak Meydanı'ndan Karşıyaka'da onu konuk etmek için hazırlanmış eve gitmek üzere ayrılır.Karşıyaka'daki kalacağı eve geldiğinde evin mermer taraçasına çıktıktan sonra kapının önüne ipek bir Yunan bayrağı serilmiştir. Üzerine basılacak bir yol halısı gibi yayılmıştır. Kadın ve erkek orada bulunan İzmirliler:"Buyurunuz geçiniz.... Bizim öcümüzü yerine getiriniz. Yabancı kral bu evden içeri, bizim bayrağımıza basarak girmişti. Siz lütfedin, bu karşılıkla o lekeyi silin! Burası sizin şehrinizdir. Bu ev sizin evinizdir. Bu hak sizindir"diye yalvarıyorlardı. Mustafa Kemal yerde serili bayrağın önünde durur, ağlayarak yalvaran kadın ve erkeklere tatlılıkla bakarak;"O geçmişte kötü etmiş. Bir milletin istiklalini temsil eden bayrak çiğnenmez. Ben onun hatasını tekrar edemem"der. Bayrağı kaldırtır ve bembeyaz mermerlere basarak içeri girer. Ruşen Eşref Ünaydın "İşte sen İzmir'e ilk gün zaferinle böyle girdin"der.
Günümüzde de İzmir, Cumhuriyet devrimlerinin koruyucusu ve takipçisi olarak 29 Ekim’i coşkuyla kutlamaktadır. 29 Ekim gününe kadar kentin resmi kurum ve kuruluşları önderliğinde özellikle ilçelerde fener alayı yürüyüşleri gerçekleştiriliyor. Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Bayrakları eşliğinde on binler, ilçe merkezlerine hücum ediyor ve bu günü birkaç gün önceden kutlamaya başlıyor.
Geleneksel törenler ise 29 Ekim sabahı, Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan kutlama töreniyle başlıyor. Bu törenler, İzmir’in Karşıyaka’sından Narlıdere’sine, Buca’sından Dikili’sine kadar on binlerce yurttaşın katılımıyla gerçekleşiyor. Resmi çelenk koyma törenlerinin ardından on binlerce yurttaş, tüm gün süren konserler, paneller ve tiyatrolarla bu önemli günü doyasıya kutluyor.