Smyrna Agorası
Büyük İskender tarafından Kadifekale’ye taşınan yeni Smyrna’nın Agorası, bugünkü ticari yaşamın da yanı başında bütün ihtişamı ve güzelliğiyle karşılar konuklarını
Fotoğraflar:Ceyda Adar
Erhan Mutlugün/Smyrna Kazı Arşivi
Yrd. Doç. Dr. AKIN ERSOY / Smyrna Antik Kenti Kazısı Başkanı
Arkeolog ÇAĞDAŞ YILMAZ / Smyrna Antik Kenti Kazısı Ekip Üyesi
Smyrna, Hellenistik dönemde Büyük İskender’den hemen sonra M.Ö. 4. yüzyılın sonu - 3. yüzyılın ilk yarısında, Antigonos Monophtalmos ve Lysimakhos tarafından Bayraklı’daki yerinden Kadifekale ile onun kuzey ve batı yamaçları boyunca bir yandan Çankaya - Basmane eksenine diğer yandan Kemeraltı-Bahribaba eksenine taşınmıştır. Bu anlamda Kadifekale – Varyant – Kemeraltı – Çankaya - Basmane çemberi modern İzmir’in tarihi kent merkezini belirlemektedir.
Antik Smyrna’ya ilişkin günümüzde ancak birkaç noktada kalıntılara ulaşılabilmektedir. Bu noktalardan en önemlisi Agora Ören Yeri olarak bilinen Smyrna Agorası’dır. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bu alanda yapmış olduğu istimlâk ve yıkımlar sonrasında sadece antik kentin agorası değil aynı zamanda kent merkezinin bir bölümü daha arkeolojik çalışmalara açılmıştır. Smyrna Agorası’nda ilk kez 1932’de başlanan arkeolojik kazı çalışmaları aralıklarla günümüze kadar sürdürülmüştür. Bu çalışmalara bağlı olarak hemen hemen antik kente ilişkin en fazla veri de bu alandan elde edilmektedir.
Smyrna Agorası avlu alanında yapılan sondaj kazılarında ortaya çıkarılan seramik buluntular agora alanındaki faaliyetlerin, kentin ilk kuruluş aşamasından itibaren başladığını göstermektedir. Bu buluntuları mimari bulgular ile desteklemek bugün için henüz mümkün olmamışsa da söz konusu seramik buluntuların yoğunluğu antik Smyrna’nın ilk kentsel projelerinden birinin Smyrna Agorası olduğuna işaret etmektedir.
Avlu alanında yapılan sondajlar agoranın inşa edildiği alanın güney ve doğudan, kuzey ve batıya doğru eğimli olduğunu göstermiştir. Eğimin her 50 m’de en az 3 m olduğu, agora için Kadifekale’nin denize bakan yamaçlarında eğimin en az olduğu bugünkü yerinin seçildiği anlaşılmaktadır. M.Ö. 4. yüzyılın sonu ve 3. yüzyılda bu eğimli alanda nasıl bir yapılaşmanın olduğunu mevcut veriler yeterince açıklamıyorsa da, en geç M.Ö. 2. yüzyılda, agora avlu alanının denize göre yaklaşık 14 m seviyesinde teras haline getirildiği ve bu terası desteklemek üzere kuzeyde Bazilika’nın, batıda ise Batı Portiko’nun altında bodrum katları inşa edildiği görülmektedir. Agoranın bu tasarımında Bazilika ve Batı Portiko’nun avluya bakan bodrum kat duvarları aynı zamanda teras duvarı işlevi de görmekteydi. Bodrum katlarının ışıklandırılması ve havalandırılması için teras duvarları üzerinde avluya açılan pencereler ile sağlanmıştır.
Agoraların Helenistik ve Roma dönemlerindeki şemaları, özellikle ızgara planlı kentlerde, avlu alanının dört yönden stoalarla çevrelenmesinden ibarettir. Smyrna Agorası’nın en azından batı ve kuzeyden iki stoa ile çevreli olduğu bodrum katlarındaki Helenistik duvarlardan anlaşılmaktadır. Bu stoaların bodrum kat üzerine tek katlı ve her iki katta da iki galeriden ibaret oldukları anlaşılmaktadır. Agora avlu alanının güney ve doğudan stoalarla çevrelenmiş olup olmadığına ilişkin mimari bulgulardan henüz yoksun durumdayız. Ancak dönemin agora şemalarına bakıldığında bu yönlerde de stoaların olduğu ancak diğer iki yöndeki stoaların aksine olasılıkla bodrum katlarının olmadığı düşünülmektedir.
Roma dönemine gelindiğinde avluyu çevreleyen mevcut Batı Portiko ve Bazilika yapılarından da anlaşılacağı üzere dönemin artan ve gelişen ihtiyaçlarına paralel olarak stoalara yeni eklentiler yapılarak büyütüldükleri görülmektedir. İki katlı Batı Stoa’nın üç katlı ve üç galerili bir portikoya, Kuzey Stoa’nın ise yine üç katlı olmak üzere bodrum katta dört, zemin ve 1. katta, ortadaki daha geniş olmak üzere üç galerili bir Bazilika yapısı formuna getirildiği görülmektedir.
Avlunun batı kenarı boyunca yer alan, 19 m genişliğindeki Batı Portiko’nun bodrum ve zemin katları kuzeyden güneye doğru 82 metre boyunca ortaya çıkarılmıştır. Portikonun güney yönünde devam ettiği anlaşılmakla birlikte ne kadar devam ettiği ve nasıl sona erdiği ancak agoranın güneyinde yapılacak arkeolojik kazı çalışmaları ile ortaya çıkacaktır. Portikonun bodrum katında aynı zamanda avlu terasını sınırlayan teras duvarı görevi yapan doğu duvarı, Helenistik dönem stoasına aittir ve Roma döneminde de bu haliyle kullanılmış, ancak üç kat seviyesine yükseltilen Portiko yapısını güçlendirmek için bu duvarın önünde ve diğer iki galerisinde çok sayıda kemerden oluşan bir strüktürel alt yapı inşa edilmiştir.
Geç Antikçağ’da, Batı Portiko’nun bodrum kat galerilerinin agoraya ulaşan suyu depolamak üzere sarnıçlara dönüştürüldüğü görülmektedir. Bugün halen bodrum katta akmakta olan su sarnıçlarda depolandıktan sonra kanal ve pişmiş toprak su iletim hatları ile Agora’daki işliklere ve Agora’nın kuzeyindeki mahallelere ulaştırılıyor olmalıdır. Bugün mevcut sarnıçların toplam 1182,5 metreküp su kapasitesine sahip oldukları ve tam dolu olduklarında bir günde yaklaşık 7000 kişiye hizmet verebilecekleri hesaplanmaktadır. Sarnıçların duvarlarında kireç harçlı sıva, kum taşından plakalardan oluşan zemininde ise yalıtım için tuğla kırıklı kireç harcı kullanılmıştır.
Bodrum katın üçüncü galerisinde bir çeşmeden halen akan suyun modern kentin altında kalmış olan ve Roma döneminden itibaren Osmanlı dönemine kadar kullanıldığı anlaşılan bir su kanalından geldiği tespit edilmiştir. 70 m boyunca izlenen bu su kanalının 2.00/2.10 m yüksekliğinde 0.90 m genişliğinde, taş örgü duvarlı ve plaka taşlardan kırma çatılı olduğu görülmüştür.
Agora avlu alanının kuzey kenarında bugün Roma Agoralarında görülen temel yapılardan biri olan Bazilika yer almaktadır. Yapı yaklaşık 29 m genişliğinde, 161 m uzunluğundadır. Avlu düzleminin altında bulunan bodrum katı dört galeriden ibaret olup kemerli bir konstrüksiyona sahiptir. Avlu seviyesi üzerinde iki kat şeklinde yükselen Bazilika’nın zemin ve 1. katı ortadaki galeri daha geniş olmak üzere üç galerilidir.
İki cepheli olan Bazilika’nın avluya bakan güney cephesi iki katlıydı ve merkezinde, zemin kata girişi sağlayan anıtsal bir kapı yer almaktaydı. Her iki katın avluya bakan cephesi mermer sütun sıralarından ibaretti. Avludan Bazilika’ya giriş, yapının merkezindeki anıtsal kapının yanı sıra tüm bu sütunlu cephe boyunca da sağlanmaktaydı.
Bazilika içinde yer alan taşıyıcı sütunlar konglomeradan idi ve farklı renk ve desenlerden oluşan bu sütunlar yapının içinde bir renk cümbüşü yaratıyordu
Bazilika’nın kuzey cephesi buradan geçen Agora Kuzey Cadde’ye bakmaktaydı. Arazinin eğimi nedeniyle bu cephede bodrum katı zemin kat durumundaydı. Bu kattan caddeye bugün de görülebilen anıtsal özellikler taşıyan iki kapı ile ulaşılmaktaydı. Zemin üstü 1. ve 2. katların cephesinin nasıl düzenlendiği henüz kesinleşmiş olmamakla birlikte bu katları ışıklandırmak ve havalandırmak için sıralı pencereler olduğu varsayılabilir. Bazilika’nın üst katlarından avludaki sosyal, ticari ve politik faaliyetleri izlemek mümkün olduğu gibi kuzey cephesindeki pencerelerden kentin kuzey mahalleleri ve deniz seyredilebilmekteydi.
Smyrna Bazilikası zemin katının tabanı, mermer plakalar ile kaplı idi ve zemin katın batı sonunda Praetor adı verilen üst rütbeli görevlilerce yargı işlerinin yapıldığı, mimari olarak da vurgulanmış bir mekân yer almaktaydı. Bazilikaların adli işlevinin yanı sıra tüccar ve bankerlerin günlük işleri gibi ticari amaçlar için de kullanıldıkları bilinmektedir. Romalı ozan Martialis Romalıların günlük yaşamlarında agorayı sabahtan öğle saatlerine kadar (Roma Güneş Saati’ne göre 3.-5. saatler) kullandıklarını, adli davaların çokluğu nedeniyle avukatların seslerinin kısıldığını, davalara avukatların sayısının yetmediğini, bu nedenle neredeyse agoradaki heykellerin bile avukat olacağını anlatmaktadır. Martialis ayrıca çok sayıda faizcinin agorayı mesken tuttuğunu, duruşmalarda su saatlerinin kullanıldığını, davalı ve davacılara su saatlerine göre süre verildiğini, avukatların duruşmalara beraberlerinde çok sayıda taraftar getirdiklerini, duruşmalar sırasında bu kişilerin aleyhte veya lehte tezahürat yaptıklarını aktarmaktadır.
Batı Portiko gibi bodrum katı da iyi durumda korunmuş olan Bazilika’nın 1. ve 2. galerisinin taşıyıcı ayakları ve bölme duvarları üzerinde boya ve kazıma çizgilerle yapılmış grafitiler yer almaktadır. Grafitiler dönemin yaşam biçimini aktaran gemi tasvirlerinden denizci ve gladyatörlere, hayvan figürlerinden sevgi ve şehvet sözlerine kadar değişik konu ve tasvirlerden oluşmaktadır.
Avluyu doğudan sınırlayan Doğu Portiko’nun ise 20 metrelik bölümü ortaya çıkarılmış durumdadır. Batı Portiko gibi olasılıkla üç galerili olan Doğu Portiko’nun büyük kısmı agoranın doğusundan geçen modern sokağın altındadır. Agoranın doğu bölümü gibi güney kenarı da buradaki park alanı altında kazı çalışmaları ile ortaya çıkmayı beklemektedir.
Agora’nın bugün izlenebilir kalıntılarının büyük çoğunluğu kentin 178 yılında yıkıma uğradığı deprem sonrasına aittir. Deprem sonrasında büyük hasar görmüş olan yapılar İmparator Marcus Aurelius’un da desteği ile kısa sürede yeniden inşa edilmiştir.
Kazı çalışmalarının son dönemde yoğunlaştırıldığı agoranın batısındaki alanda agora ile ilişkili iki önemli yapıya ulaşılmıştır. Bunlardan ilki Kent Meclisi yapısıdır. Dairesel planlı oturma yerlerine sahip olan yapının oturma basamaklarının altında yarım tonozlu bir galeri ile ışınsal planlı 11 adet tonozlu mekân tespit edilmiş olup bu mekânlar bir yandan tonozlu üst yapıları ile oturma basamaklarının belli bir eğimle taşınmasını sağlamakta diğer yandan arşiv mekânları olarak da kullanıldıkları anlaşılmaktadır.
Batı alandaki ulaşılan bir diğer yapı Mozaikli Salon’dur. Yapının işlevi konusunda yeterli bilgilere henüz sahip olunamamışsa da Kent Meclisi’ne bitişik olması nedeniyle sosyal ve politik etkinlikler için kullanıldığı söylenebilir. Yaklaşık 35x30 m boyutlarında olduğu varsayılan bu yapının önemli özelliği iki farklı döneme ait üst üste iki mozaik tabakasından oluşmasıdır.
Agora ve onunla ilişkili olan bu yapılar antik Smyrna’nın kent merkezini işaret etmektedir. 7. yüzyıla kadar sadece kentin siyasi, dini ve ticari merkezi olarak kalmadığı, zaman içinde depolama, üretim ve satış amaçlı işlevlerin daha ağırlıklı olduğu anlaşılmaktadır. Müslüman Arapların ve Sasanilerin tehdit ve saldırıları ile Bizans İmparatorluğu’nun ekonomik ve sosyal çöküşünün bir araya geldiği 8. ve 9. yüzyıllarda Agora alanında buluntu eksikliği yaşanmaktadır. Agora’da 10. yüzyıl ile tekrar başlayan buluntu yoğunluğu ile birlikte agora avlu alanının bir süre sonra mezarlığa dönüştüğü görülmektedir. Belirli bir tarih vermek güçse de Geç Bizans döneminde başlayan agoranın mezarlık olarak kullanımı daha sonra Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Agoranın kendisi bir mezarlık alanına dönüşürken, 17. yüzyılda bir duvar ile mezarlık alanı dışında tutulan batısındaki alanda bu tarihten itibaren işlik ve depolardan oluşan günümüze kadar ulaşan bir yapılaşmanın olduğu görülmektedir.
1932 yılındaki ilk kazılardan bugüne kadar geçen süreçte, burada ve İzmir civarındaki diğer mezarlıklardan ele geçen mezar taşları içersinde İzmir Arkeoloji Müzesi envanterine kayıtlı, aralarında İzmir Valisi Hacı Kamil Paşa, Süleyman Sırrı Paşa, Baş Kâtip Sadullah Efendi Karısı Ayşe Sıdıka Hanım gibi önemli şahsiyetlerin mezar taşlarının da bulunduğu birçok Osmanlı ve Selçuklu mezar taşı halen Smyrna Agorası avlusunda sergilenmektedir. Agoranın yüzyıllar boyu mezarlık alanı olarak kullanılması agoraya ait yapıların korunmuşluk derecesini arttırmıştır. Buna karşın kazı çalışmalarının yoğunlaştırıldığı agoranın batısındaki yeni arkeolojik alanda ortaya çıkarılan Mozaikli Salon ve Meclis Yapısı ise bunun aksine yapılaşmaların baskısı altında kalmıştır.