Erguvani şehir ;EFES

Bir Uygarlık Merkezine 

Alışılagelmişin dışında

Bir yolculuk

Bütün zamanların en kutsanmış kenti olan

Efes’te ayağınız her adımda tarihe değer

Yazı: Şadan Gökovalı      

 

-Koşun, finale yetişin !

-Stadyum dolmak üzere.

-Yer bulabilecek miyiz acaba?

-Bu final kaçmaz!...

Evet; kaçırılası bir final değildi bu 

Bütün radyolar, televizyonlar canlı yayınlamıyordu bu büyük kapışmayı; çünkü onların icadına daha 25 yüzyıl vardı.

30 bin kişi sığarlı ( kapasiteli ) tiyatroda yapılıyordu final. İçeri giremeyenler, girebilen şanslılardan daha fazlaydı ama onlar da, oradan ayrılmıyor; tezahürattan, yarışmanın seyrini algılamak istiyordu. Dünya ayaktaydı. Atletler koşmayı, çiftler sevişmeyi, askerler savaşmayı bırakmıştı. Herkes dört kulak kesilmişti.

 

Acaba kim kazanacaktı yarışmayı ; Atinalı mı Efesli mi?

Şaka değil; Dünya Ressamlar Prensi Seçiminin son yarışmasıydı bu. Tüm ulusların ressamları yarışması; finale Atinalı Zeuix ile Efesli Perrhasios kalmıştı. Bir anlamda yarışma, Akdeniz’in bu iki uygarlık merkezi arasında idi. Seçici Kurul, her ülkeden resimden en iyi anlayan birer kişiden oluşuyordu.

Tribünler hıncahınç doluydu. Gürültü, şamata derseniz, günümüzün Fenerbahçe – Galatasaray derbisini aratmayacak düzeydeydi. İki ressamın yandaşları, birbirlerine sataşmadan duramıyordu.

Jüri başkanının işmarı ( el, göz, başla işareti ) ile ; iki finalist ressam, iki ayrı kapıdan girdi stadyuma. Ellerinde şövale, palet, balmumu, kök boya, renkli toprak ve bunun gibi malzeme vardı. Ressamlar, birbirlerinden ve izleyenlerden etkilenmesin diye, önceden hazırlanmış kulübelere girdiler. Dananın kuyruğunun kopmasına az kalmıştı ama zaten geçmek bilmiyordu. Tribünleri dolduranları oyalamak için stadyumun ortasında akrobasi, sirk gösterileri falan yapılıyordu ama herkesin aklı fikri yarışmanın nasıl sonuçlanacağındaydı.

Aradan, saatler sürmüş gibi gelen bir zaman dilimi geçti. Atinalı Zeuix çıktı kulübesinden. Tablosunu tabelaya koydu. Salkımlar sarkan bir asma dalıydı. Olacağa bakın ki; birkaç kuş, tablodaki üzümleri sahici sanarak gagalamaya çalıştı. Resmin, gerçeğine ne kadar benzediğini göstermeye bundan iyi kanıt olabilir miydi? Atina taraftarları, akla kolay gelmeyecek sloganlarla Zeuix’ i alkışlamaya, bizimkini kargışlamaya başlamıştı. Seçici kurul da kararını vermiş gibi görünüyordu.

Demeye kalmadı; bizim Perhassios da çıktı kulübesinden. Seçici Kurul Başkanı – usulen-:

-Haydi Efesli, aç perdeni, görelim hünerini!

Bizimkinde kıpırdama yok. Sehpasının yanında sessiz sakin ayakta duruyor. Jüride mağrur Atinalı ressamda, seyircilerde bir sabırsızlık. Hani; “ sonuç belli ama , adet yerini bulsun “ gibilerden bir tavır. Utkusundan( zaferinden) emin olan Zeuix, daha fazla sabredemeyip, yeltendi tuvali örttüğünü sandığı perdeyi açmaya…

Evet; tahmin etmiş olabileceğiniz gibi, açamadı. Çünkü perde yoktu ortada; hemşerimiz Perrhassios perde resmi çizmişti…

Seçici Kurulun kararını da kestirebilirsiniz:

“ Her ne kadar Atinalı Zeuix de başarılı resim yaptıysa da, onun eseri yalnızca kuş beyinli kuşları kandırdı. Efesli Perrhassios’un resmi hem biz jüri üyelerini, hem binlerce seyirciyi, hem de bizzat rakibini kandırdı. Dolayısıyla Perrhassios yengiyi anasının ak sütü gibi hak etti.

O günden sonra Perrhassios, alnında “Ressamlar Prensi “ yazılı altın taçla dolaştı. Belki daha da önemlisi, Efesliler, ressamlarının en çok severek kullandığı erguvan rengi ona tahsis ettiler (ayırdılar). Bundan sonra Efes'te hiç kimse erguvan renkli giyinmez, başka ressamlar bu renk boyayı kullanamaz oldular. (Bir zamanlar böylesine değer veriliyordu Anadolu’da !)

Efes’e ilkyazda giderseniz, şehrin güneyindeki Bülbül ve kuzeyindeki Panayır dağı yamaçlarında çıldırasıya çiçek açmış erguvan (Cercis silguastrum) ağaçlarını görürsünüz. Sanırsınız ki; “ resim sanatının babası “Perrhassios‘un fırçasından erguvan boyalar damlamış…

İşte bu yüzden efendim, bizim Efes, “Erguvani Şehir" sıfatını hak ediyor…

“Türk’ün çarığı…”

İnsanlık tarihinde yıldızın parladığı, bazı mesleklerde kırılma anları vardır. Rehber, arkeolog ve turizmciler için 1 Mayıs 1990, böyle unutulmaz günlerden biridir. O gün, Anadolu tarih ve arkeolojisi ile ilgilenenler arasında yoğun bir telefon trafiği yaşandı. Telefonu açan, heyecanla karşısına soruyordu:

-Haberin var mı; Efes’te İsa’dan Önce 3 bin yılına ait buluntular ele geçti.

-Muştular olsun; Efes tarihi , sanılandan 2 bin yıl daha öncelere gitti!

-Halikarnas Balıkçısı haklı çıktı; Efes’in geçmişi, Neolitik (Cilalı Taş) Devrine doğru uzanıyor…

Yirminci Yüzyılın Prometheus’u (önceden gören) Atatürk, ilk Türk kazısı olarak, Alacahöyük çalışmalarını başlatmıştı. Görevlendirdiği ilk arkeologlarımızdan Hamit Zübeyr Koşay ve Remzi Oğuz Arık, Hititlerden de 2 bin yıl önceye ulaşıldığını söylediklerinde, Atatürk:

-Kazın, kazın; onun da altında Türk’ün çarığını bulursunuz!...

Büyük Önder yine haklı çıkmış; Çukuriçi denilen yerde, İsa’dan Önce 5 bin 500’lere, yani Neolitik çağ Efes’i bulunmuştu…

 Tam kent kurulacak yer

Bu satırların yazarının, amprik de olsa bir görüşü var:

Doğada bazı yerler, kent kurulmak üzere yaratılmış. Ama Yüce Yaradan, o yerin bir noktasını eksik bırakmış ki; dahi bir sanatçı gelsin de, o eksiği gidersin! İstanbul’da Tarihi Yarımada, Ankara ‘da Kale, İzmir’de Kadifekale, Aydın’da Toptepe, Muğla’da Asar, Van’da Tuşba, Ağlasun’da Sagalassos’un kurulduğu yer vb…

Efes için de durum böyle:

Adını taşıyan havzaya hayat veren Kaistros (Küçük Menderes) nehrinin Arşipel’e (Ege Denizine) ulaştığı yer… İşte Çukuriçi, Ayasuluk Tepesi, Koressos (Panayır) ve Pion (Bülbül) dağları.

Bu yerleşim yerleri dolayısıyla bana :

-Efes’i anlat, deseniz, size:

-Hangi (kaçıncı) Efes’i, diye sorarım.                                                 

Biz geliyoruz: Açıl Efes yolları

Bir mani (engel) çıkmazsa, Dergimizin bir sonraki sayısında anlatacağım Artemision (Artemisium: Artemis Tapınağı) gibi, Efes şehri de, değişik yerlerde, birden fazla, bazı kaynaklara göre yedi kez kurulmuş; ama hepsi Ayasuluk Tepesi ile Bülbül Dağı arasında. Bu noktalara çeşitli yönlerden varılabilir. Hepsinde, bu yörede yaşamış eski insanların bıraktığı izler arasından geçerek:

X- İzmir yönünden gelindiği taktirde, yaklaşık 40 km sonra Torbalı’ya; 10 km kadar güneyde bu ilçenin atası olan Metropolis’e (Ana Tanrıça Kentine) uğranabilir. Burada, Prof. Recep Meriç’in başlattığı, son yıllarda Doç.Dr. Serdar Aybek’in başkanlığında yürütülen arkeolojik kazılar, göz kamaştırıcı tarihsel yapı ve yapıtları ortaya çıkarmaktadır. İzmir – Efes yolunun yaklaşık 60. Km’si, ilkçağda stratejik önem taşımıştır. Burada, Efes ve Artemis Tapınağı kurulurken mermer çıkarılan ocaklar; 350 m yüksekliğinde taç gibi duran Keçi Kalesi dikkat çeker. 

X- Tire yönünden gelindiğinde, yaklaşık 30 km boyunca, yolun solunda bir takım tarihsel yerleşim yerleri, Efes’e su götüren kemerler görülmeye değer. Belevi ‘ye 4 km kala, yolun hemen solunda, halkın “ Yatık Kale “ dediği Mausoleion (Anıt Mezar) görülür. Anton Bammer’e göre, Bodrum’daki Mausolos anıt mezarının beşte biri büyüklüğündeki bu yerde, İskender’in buyruğu üzerine İzmir’i ve Efes’ i yeniden kurduran General Lysimakhos gömülüdür. Bu noktadan, yaklaşık 100 m yukarıda, yine Bammer'e göre, Syria Krallarından II. Antiokhos’a ait olan tümülüs yer almaktadır. Buradan Selçuk’a kadar, Efes'e su taşıyan kemer ve su yolları devam etmektedir.

x- Güneyden, Aydın yönünden gelindiği taktirde, Selçuk’ a 10 km. kala Çamlık’ta, Efes Artemis Tapınağı kaşifi John Turtle Wood’un kazı merkezi bulunur. Çamlık’tan ovaya doğru sarkınca, yolun sağındaki vadiyi aşan zarif bir su kemeri görülür. Burası, Efes’e su ileten ve Sextillus Pollio tarafından inşa ettirildiği bilinen Marnas su yolunun bir parçasıdır.

X- Kuşadası’ndan gelen yaklaşık 20. km yolun solunda Pamucak Piknik alanı ve deniz kıyısında turistik oteller; Seferihisar’ dan gelen yolla Kuşadası‘ndan gelen yolun birleşme noktasının sağında Sen Paul kalesi yükselmektedir. Adından da anlaşılacağı gibi, halkı Hıristiyanlığa çağıran çalışma ve konuşmaları dolayısıyla Efes’ten kovulan Ermiş Paumps’un bir süre hapis tutulduğu kale burcudur.

Dinlerin Babil Kulesi  

Eskiden Dünyanın her yerinde yaşayan insanlar aynı dili konuşur, dolayısıyla herkes birbirini rahatça anlarmış. Ne zaman ki Babil Kulesi inşa edilmiş; böylesine görkemli bir kulenin yapılmasına kızan tanrı, insanların dillerini karıştırmış; o günden sonra her ulus ayrı dilde konuşur ve hiç kimse birbirini anlamazmış. Efes için de “ Dinlerin Babil Kulesi “ diyorum ben. 

Selçuk’tan Kuşadası’na giden yolda, birkaç km sonra durarak, throne denilen insansız kamerayı birkaç yüz metre havalandırarak fotoğraf çekin. Çıkacak fotoğrafta dört aynı dinsel inancın kutsal yapıları yer alacaktır :

Güneyde Koressos ( Pion ) dağının kuzey eteklerinde, Aba Tanrıça Kybele için oluşturulmuş adak oyukları, yolun hemen kuzeyinde, insanlık tarihinin en önemli yedi yapısından biri Artemision (Artemis Tapınağı ), onun az ilerisinde, İslam’ın en önemli ibadet yerlerinden İsabey Camisi (1275) ve daha yukarıda. Ayasuluk Tepesinde. Hıristiyanlığın en görkemli dinsel yapılardan Sen Jan ( Ermiş İoannes ) Bazilikasi yükselmektedir. Burada, dört ayrı inancın tapınma yerleri ( yapılış tarihleri ayrı olsa da ) yan yana, kardeşçe bir arada bulunmaktadır. (Başka bir yerde, böylesine bir dinsel kardeşliği biliyor musunuz?)

Kavilleşme önerisi

“Unusual “ ( alışılmışın dışında ) bir Efes turu yapmaya veya yazısı giriştim. Becerebildiğim ne ki? Deryadan birkaç tas su almak. Önümüzdeki sayıda Ana Tanrıça Artemis ile Baba Filozof Herakleitos’un Efes’ini anlatayım size.

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©