Batı Anadolu’nun bilinmeyen tarihi: Panaztepe
Batı Anadolu kültür tarihi açısından çok önemli olan Panaztepe, strateji konumuyla kendine özgü yerel kültürel karakterini ve bu kültürün İç Anadolu ve Ege dünyası ile ilişkilerini aydınlatır.
Yazı: Prof. Dr. Armağan Erkanal – Panaztepe Kazı Başkanı /
Yrd. Doç. Dr. Nazlı Çınardalı Karaaslan – Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Bilindiği üzere Anadolu, M.Ö. 2 bin yılının başında Asur Ticaret Kolonileri Dönemi’nde yazıyla tanışmıştır. Ne yazık ki ele geçirilen binlerce tablete rağmen Anadolu’nun tarihi coğrafyası sınırlı olarak bilinmektedir. Hitit İmparatorluk Dönemi yazılı belgelerinde ise, Batı Anadolu’ya ilişkin kayıtlar sayesinde M.Ö. 2 bin yılının başından itibaren yerel beylikler temelindeki politik sistemin bu dönem zarfında devam ettiği görülür. Bu beylikler bazen birbirleriyle ittifak halinde iken kimi zaman da Hitit İmparatorluğu’na bağlı yasal krallıklar olarak karşımıza çıkar.
Panaztepe’nin de kenarında yer aldığı Gediz Nehri asırlar boyu doğal bir sınır olmuştur. Kuzeydeki Aiol ve güneydeki İon yerleşimlerinin de Gediz ile birbirinden ayrılmış olması; M.Ö. 2 bin yılında Gediz Nehri’nin benzer bir role sahip olduğunu düşündürür. Hitit metinlerinde geçen Seha Nehri’nin (Hermos) Gediz olduğu genel olarak kabul görmekte olup, kuzeyde Seha Nehri Ülkesi, güneyde ise Arzawa / Mira krallıklarının egemen olduğu bilinir.
Panaztepe İzmir ili Menemen ilçe merkezinin 13 kilometre batısında, Yeditepeler olarak da anılan kesimin kuzey ucunda, bir doğal tepe ve yamaçların üzerinde yer almaktadır. Gediz Nehri’nin taşıdığı alüvyonlar, Panaztepe ve çevresinin zaman içinde dolmasına yol açmıştır. Bugün kıyıdan 10 kilometre içeride yer alan tepenin tarih öncesi dönemlerde İzmir Körfezi’nin kuzey kesiminde stratejik bir konuma sahip olan bir ada yerleşimi olduğu düşünülmektedir.
Panişa’dan Panaztepe’ye
Panaztepe kazıları Batı Anadolu kültür tarihi açısından önemlidir. Ancak antik adı kesin olarak bilinmeyen bir kentin maddi kültür değerleri açığa çıkarılmaktadır. Bu kentin adı etimolojik olarak incelenirse Panişa olabilir.
1982 yılında bir Miken mezarlığından geldiği anlaşılan bir grup eser, Manisa Arkeoloji Müzesi tarafından satın alınmıştır. Yapılan araştırmalar sonucu bu eserlerin İzmir’in Menemen ilçesi sınırlarındaki Panaztepe’de gerçekleştirilen kaçak kazılar sonrasında ele geçirilmiş olduğu anlaşılmıştır. Ardından 1983 yılında bir yüzey araştırması yapılmış ve burada M.Ö. 2 bin yılına ait seramik parçaları ve soyulan mezarlara ait çukurlar bulunmuş, buralardan sökülen çeşitli taşların da etrafa yayıldığı saptanmıştır.
1985 yılından itibaren benim başkanlığında Hacettepe Üniversitesi öğretim elemanları ve öğrencilerinden oluşan bir ekip tarafından Panaztepe’de yürütülen bilimsel kazı çalışmaları, Panaztepe’nin Erken Tunç Çağı’nın sonundan Klasik Çağa kadar uzanan süreç boyunca kesintisiz iskân edildiğini ortaya çıkarmıştır. Bunun yanı sıra Geç Roma ve Osmanlı dönemlerine ait kalıntılar tepenin önemini kaybettikten sonra bile iskân faaliyetlerinin devam ettiğini gösterir.
Panaztepe, Ege dünyasının kuzey ve güney iletişim ağlarının kesiştiği noktadaki konumu ile kendine özgü yerel kültürel karakterini ve bu kültürün doğuda İç Anadolu ve batıda Ege dünyası ile olan ilişkilerini aydınlatır. Anadolu’daki diğer komşu kültür bölgelerinin yanı sıra Yunanistan, Girit, Ege Adaları, Mısır ve Doğu Akdeniz gibi çevre kültür bölgeleri ile yakın ilişkilere sahip olmuştur.
Arkaik Dönem’in gözdesi: Akropol
1986-1991 yılları arasında akropolde yürütülen kazı çalışmaları sırasında karşılaşılan kültürel kalıntılar, yerleşmenin M.Ö. 2 bin yılının ilk yarısı ile Arkaik Dönem’de yoğunlaştığını göstermiştir.
Akropol kesiminde açığa çıkartılan Arkaik Dönem’e ait anıtsal yapılar ve sır temellerinin altında, Orta Tunç Çağı başlarından itibaren kullanılmış olan büyük bir yapı kompleksine ait yan mekânlar saptanmıştır. Geç dönem yapılaşmasının yarattığı tahribat dolayısıyla bütün evreleri ve tam planı ortaya konulamamıştır. Buna karşılık yapının bulunduğu konum ve içerdiği konteks dolayısıyla saray ya da idari bir yapı olduğu düşünülmektedir.
Her ne kadar Panaztepe Akropolü, Arkaik Dönem’de yöre için büyük önem taşısa da, Panaztepe’nin tümüne yayılmış olan bu ilginç ve büyük yerleşme, M.Ö. 2 bin yılının başlarına tarihlenen yerleşmedir. Akropoldeki son yerleşme ise Helenistik Dönem’e aittir.
Bir liman kenti
Panaztepe’nin doğu kesiminde yer alan Liman Kent çalışmaları kapsamında I, II ve IV. Elektrik direkleri olarak adlandırılan noktalarda yapılan kazı çalışmalarında Erken Tunç Çağı sonundan Geç Tunç Çağı sonuna kadar kesintisiz bir tabakalaşma ortaya konulabilmiştir.
Güney kazı alanında yürütülen çalışmalarda saptanan Geç Tunç Çağı 1. yapı katı kısmen korunmuş mimari kalıntılarla karakterize edilmekte olup geç dönem yapılaşmasına bağlı olarak tahribata uğradığı görülmektedir. Söz konusu yapı katı Geç Hellas IIIC döneminin orta ve geç evreleri ile çağdaştır. Geç Hellas IIIC döneminin erken evresi ile çağdaş olan Geç Tunç Çağı 2. yapı katı yassı taşlarla döşeli avlulu ve çok mekânlı bir yapı ve kuyu ile temsil edilmektedir. Geç Tunç Çağının 2. yapı katı yassı taşlarla döşeli avlulu ve çok mekânlı bir yapı ve kuyu ile temsil edilmektedir. Geç Tunç Çağı’nın 3. yapı katı şu ana kadar yedi mekânı saptanabilmiş büyük bir yapı kompleksi ile temsil edilmekte olup Geç Hellas IIIB dönemi ile çağdaştır.
Kuzey kazı alanında yürütülen çalışmalarda Geç Bizans Dönemine ait iki farklı profan yapı açığa çıkartılmıştır. Bu kesimdeki yoğun tahribata bağlı olarak Geç Tunç Çağı yapılaşması sınırlı ölçüde yalnızca bu dönemin sonlarına ait olan ve buluntular ışığında işlik olarak değerlendirilen bir mekan ile tanınmaktadır. Orta Tunç Çağı II dönemine tarihlendirilen büyük dikdörtgen bir yapının konteksine dayanarak söz konusu yapının dinsel işlevli olabileceği düşünülmektedir. Bu kazı alanında, Erken Tunç Çağı sonunda inşa edilmiş ve Orta Tunç Çağı’nda da kullanılmaya devam etmiş olan en az üç mekânlı uzun dikdörtgen bir yapı iki evreli olarak açığa çıkartılmıştır.
Gerek yerleşimin üstünü kaplayan kalın alüvyon dolgusu, gerekse M.Ö. 2 bin yılının ikinci yarısına ait tabakalarda ele geçirilen açık deniz avcılığına işaret eden kurşun ağ ağırlıkları; bol miktarda deniz kabuğu ile denizsel canlılara ait kalıntılar, bu kesimin bir liman kenti olduğunu ortaya koyar. Ayrıca burada kurulan kentlerin sur sisteminin olmayışı da bu olguyu destekler niteliktedir.
Anadolu’nun bilinen en büyük mezarlığı
Panaztepe nüfus açısından en kalabalık mezarlık olma özelliğinin yanı sıra, yansıttığı birçok mezar biçimi, zengin buluntuları ve ölü gömme gelenekleri açısından da Batı Anadolu ve Ege dünyası için özgün bir yere sahiptir.
Bu kesimin, araştırmaların asıl odak noktasını oluşturan Geç Tunç Çağı’nın yanı sıra Roma ve İslami Dönemde de mezarlık olarak kullanılmış olması kültürel sürekliliğe işaret etmesi açısından anlamlıdır. Geç Tunç Çağı’na tarihlenen mezarlık alanı Anadolu’da diğer örnekler arasında bilinen en büyük mezarlık olup ünik mezarlık içi düzenlemesi ile dikkat çekmektedir. Uzun bir zaman dilimi boyunca kullanılan bu mezarlık alanının farklı alt kullanım evrelerine sahip olduğu düşünülmektedir. Yapılan kazı çalışmaları sonucunda çeşitli mezar tiplerinde zengin bir buluntu topluluğu gün yüzüne çıkartılmış, ayrıca bölgenin ölü gömme adetlerine ilişkin önemli sonuçlar ortaya konulmuştur. Geç Tunç Çağı mezarlığının iki farklı çevren olarak birbirinden bağımsız dönemlerde kullanıldığı kesin olarak saptanmıştır. Buna göre en altta Erken ve Orta Tunç Çağı tabakalarını da tahrip eden II. Mezarlık çevreni yer almaktadır. Kabaca M.Ö. 14. yüzyıla tarihlendirilen bu mezarlık Batı Anadolu için yabancı tholos ve oda mezarlar ile karakterize edilmektedir. Bunu takip eden I. Mezarlık çevreninde ise alttaki mezarlık alanı bütünüyle taş bir platformla kapatılarak adeta mühürlenmiştir. Taş platforma bağlı olarak pithos, taş sanduka ve kompozit mezar tiplerine ait çeşitli örnekler açığa çıkartılmıştır. Söz konusu çevrenin en karakteristik özelliği olan mezarların belirli bir düzenleme ile parsellerle birbirinden ayrılması uygulaması gerek Anadolu, gerekse de Ege ve Doğu Akdeniz dünyasında bilinmeyen ünik bir uygulamadır. I. Mezarlık çevreni M.Ö. 13. yüzyıl sonlarında meydana gelen ve bu döneme ait yazılı belgelerde “Deniz Kavimleri” olarak adlandırılan büyük hareketlilik konusunda önemli veriler ortaya koymaktadır.
Panaztepe’nin Orta Tunç Çağı’na ait olarak açığa çıkartılan 3 yapı katı ile temsil edilen söz konusu kesiminde yürütülen çalışmalarda yol/ cadde olarak tanımladığımız alanlar ile bağlantılı çeşitli mekânların oluşturduğu yapı kompleksleri, belirli bir plan içerisinde düzenlenen yerleşimi temsil eden mahalleler ve atölyeler tanımlanmaya başlamıştır. Her üç yapı katına ait olarak yapıları oluşturan mekânlar içerisinde özellikle pişirmeye yönelik fırınların açığa çıkartılması ve bu fırınların mimari açıdan birbiriyle benzer olması yanında ortak kullanım alanları içerisinde yer almaları kent dokusu içindeki yaşamsal ve kültürel gelişimi de ortaya koymaktadır. Fırınların yakın çevresinde pişirmeye yönelik olarak çömlek ve kase formundaki kaplar ile deniz kabuğu ve keçi koyun gibi hayvanlara ait kemiklerin ele geçmesi günlük yaşamdaki beslenme standartlarına ve yaşam koşullarına bağlanmaktadır. Bir Liman yerleşmesi olan Panaztepe halkının Orta Tunç Çağı’nda denizden elde edilen kabuklular dışında küçükbaş hayvanlarında diğer besinler ile birlikte tüketildiğini ele geçen kalıntılar desteklenmektedir.
Özellikle Assur Ticaret Kolonileri Çağı ile çağdaş seramik repartuvarının artması ve zengin örnekler ile temsil edilmesi Batı Anadolu arkeolojik araştırmaları kapsamında Panaztepe Kazıları bu döneme ait verilerin artmasına ve bilim dünyasına olan katkısının devam edeceği aşikârdır.
Bugüne kadar yapılan kazı çalışmaları sonucunda elde edilen veriler Panaztepe’nin yalnızca Anadolu’daki diğer komşu kültürlerle değil aynı zamanda Kıta Yunanistan, Girit, Ege Adaları, Mısır ve Doğu Akdeniz gibi çevre kültür bölgeleriyle de köklü ilişkilere sahip olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda Panaztepe gibi bölgesel olarak büyük ve önemli bir merkezi yerleşimde yürütülmekte olan kazı, yüzey araştırması ve disiplinler arası çalışmaların gelecekte Batı Anadolu’nun tarih öncesi dönemlerine ilişkin soruların yanıtlanmasında ciddi katkıları olacaktır.