Muammer Ketencoğlu ile iki yakanın müziği
“Rembetiko şarkıları, Türkiye’de ve Yunanistan’da benzer zamanlarda ortaya çıkan ve mübadele ile birleşen, yekvücut olan Türk ya da Yunan olmaktan çok Egeli şarkılardır”
Söyleşi: Derya Şahin
Ege’nin iki yakasının ortak dilidir rembetiko. Yüzyıllardır bu coğrafyada yaşayan halkların acı, aşk, hüzün ve isyanına tercüman olan bu müzik türü aynı zamanda nesilden nesile aktarılan bir kültür ve yaşam biçimidir. İzmir Atina arasında bir köprü kuran bu kültürün dünyadaki en yakın takipçilerinden biri de Tireli Muammer Ketencoğlu’dur. Akordeonun yanı sıra Rembetiko, Batı Anadolu folkloru ve Balkan müziğindeki ustalığıyla da tanınan Ketencoğlu, rembetikonun akordeonunu çalarken en çok bütünleştiği müzik olduğunu söylüyor.
“Bu müzik benim Egeli yanımı ortaya çıkarıyor” diyen Ketencoğlu ile rembetikonun İzmir müzik geleneğindeki yeri üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Müzik yolculuğunuz nasıl başladı? Bu yolculukta rembetikonun yeri ne oldu?
Ketencoğlu: 1964’de Tire’de doğdum. Çoğu müzisyende olduğu gibi müzik çocukluğumda başattı. Dinlediğim Yunan ve Balkan radyoları, dayımın trompetinin büyülü sesi, ilk ve ortaokuldaki değerli müzik öğretmenlerim müzik yolculuğumun temel taşlarıdır. Bugün Ege, Balkanlar ve Kafkasya’daki halk müziği gelenekleriyle ilgili çalışmalar yapıyorum. Ege’deki çok kültürlü müzik geleneğinin ayrılmaz bir parçası olan rembetiko ile 20. yüzyılın başlarında yapılan kayıtlarla karşılaştığım 1988’den bu yana hem araştırmacı hem de icracı olarak tutkuyla ilgiliyim. Bu müzik benim Egeli yanımı ortaya çıkarıyor. Yoğun bir bağlılıkla dinliyor ve çalıyorum. Rembetiko akordeonumu çalarken en çok bütünleştiğim müziktir.
Bugün dünyada Yunanistan yeraltı müziği olarak tanınan rembetikonun doğuşu ve gelişimi ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Ketencoğlu: Kanımca yeraltı müziği tanımı kısmen doğrudur. Öncelikle rembetiko müziği bir şehir müziği geleneğidir yani çoğunlukla bestecisi ve söz yazarı bellidir. Rembetiko kültürünü temsil eden Rebetler de dürüstüğü ve erdemi içeren Zeybeklerdekine benzer birçok etik kuralı yaşamlarının kılavuzu olarak kabul ettiler. Bu müzik türü iki coğrafyada birbirine yakın zamanlarda doğmuştur. 1850’lerden sonra İzmir’in yoksul Rum mahallelerinde doğup kafe amanlarda icra edilirken Pire’de işçiler, gemiciler ve mahkûmlar arasında doğup esrar da çekilen içkili mekânlar olan tekkelerde icra edilmeye başlanmıştır.
İzmir’deki gelenek alaturka karakterdeydi ve klasik kemençe, ud, kanun, keman, kaşık ile seslendirilir şarkıları çoğu zaman kadın şarkıcı söylerdi. Besteler Anadolu makamlarına bağlı olarak yapılırdı. Pire’de ise basit melodilere dayalı şarkılar 1930’lara kadar gitar ve mandolinle çalınır şarkıları da çoğunlukla erkek şarkıcı seslendirirdi. İzmir’den çok ünlü rembetiko müzisyenleri yetişmiştir başlıca besteciler arasında Panagiotis Tundas, Vangelis Papazoglu, Dimitris Sempsis (aynı zamanda çok önemli bir kemancıdır) Kostas Rukunas (aynı zamanda çok büyük bir şarkıcıdır) ve Kostas Karipis sayılabilir. Şarkıcıların başlıcalarından anımsatmak gerekirse Rita Abaci, Marika Papagika, Kostas Nuros (bir nevi gazel olarak tanımlayabileceğimiz amane ustasıdır) gibi isimleri verebiliriz.
Mübadele yıllarında İzmir’den göçen çok sayıda rembetiko bestecisi, icracısı ve şarkıcısı Yunanistan’da adeta bir İzmir müziği patlaması oluşturdu. Zaten İzmir kokusu taşıyan bu şarkılara Zmirneyiko da denir. 1930’lardan sonra Zmirneyko şarkıları yavaş yavaş etkisini yitirmiş buzukinin rembetikoda başat olmasıyla birlikte İzmir’in alaturka rembetikolarıyla Pire’’nin yalın ve külhani şarkıları bir potada eridi. Bu dönemden sonra ortaya çıkan şarkılar klasik rembetiko dönemi olarak adlandırılır. Bu dönemde buzuki, gitar, curanın akrabası bağlama ve akordeondan oluşan topluluklar son derece yaygındı. Makam terminolojisi aynı bizim kullandığımız gibidir. Rast, uşşak, nihavent, kürdi, hicaz, hüzzam kullanılan başlıca makamlardır. Şarkıların konu yelpazesi son derece geniştir. Aşk, ayrılık, gurbet gibi evrensel temaların yanı sıra bitirimleri, karmaşık alt kültür ilişkilerini ve hatta kedileri anlatan şarkılar vardır.
Rembetikoyu halkların değil coğrafyaların müziği olarak tanımlıyorsunuz. Neden?
Ketencoğlu: Rembetiko şarkıları, Türkiye’de ve Yunanistan’da benzer zamanlarda ortaya çıkan ve mübadele ile birleşen, yekvücut olan Türk ya da Yunan olmaktan çok Egeli şarkılardır. Şarkılar çok büyük oranda Yunanca seslendirilse de müziğin kendine bakıldığında (gerek ritmik yapılar gerekse makamsal yapılar) bu ortaklık net olarak anlaşılmaktadır. Bu yüzden rembetiko birçok müzik geleneği gibi saf değildir. Türk ve Rum öğeleri harmanlanmış Ege coğrafyasını kapsayan bir rahiya oluşturmuştur.
İzmir’e olan doğal ilginizin sonucu bir ilk niteliği taşıyan albümünüzden söz eder misiniz?
Ketencoğlu: Kayıtları yaklaşık iki buçuk yıl süren İzmir Hatırası isimli albümüm 2008 başında yayınlandı. Albümün alt başlığınını “Eski İzmir’den Türk, Rum ve Yahudi Türküleri” olarak koydum. 1922 öncesi İzmir’in çok kültürlü yapısını göstermeye çalışan bu albüm, alanında bir ilktir. Albümde 40 müzisyen yer aldı. Bunların birçoğu alanında tanınmış isimler. İlk olmanın sorumluluğu büyüktü. Bu yüzden albüme oldukça hacimli bir kitapçık hazırladım. Doğrusu çok olumlu eleştiriler aldım. Albüm dünyanın çeşitli müzik kütüphanelerinde yerini aldı. İtalya’da Padova Üniversitesi’nde ve Almanya’da Bremen’de eski İzmir müziğiyle ilgili açıklamalı dinletiler ve atölye çalışmaları yaptım. Ayrıca, Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen ve mübadele yılları İzmir’inde geçen “Sevgili Hayat” adlı oyunun müziklerini yaptım.
Müziğin barışçıl rolü kültürler arasındaki ilişkilerde yeterince etkin kullanılıyor mu sizce?
Ketencoğlu: Müzikle insan sevgisi ve barış arasında kuşkusuz doğrudan bir bağlantı var. Kulağını çeşitli müzik geleneklerine açan bir dinleyicinin etnik ve kültürel ön yargılara pirim vereceğini hiç düşünemiyorum. Bizim dışımızdaki halkların müziklerini dinleyerek onlara yaklaşmış oluyoruz. Onların duygulanımlarını çok daha derinlemesine kavrıyoruz ve burada yalınlığı ve saflığıyla öne çıkan halk müziklerinin önemli bir rolü var. Benim çeşitli söyleşilerde aktardığım bir sözüm var; “türküleri yüreğiyle dinleyen biri, adam öldüremez!” Dünyadaki vahşi ortamda bu slogan kulağa azıcık sürreal gelse de biz müzisyenler buna inanmaz, bunun için çalışmazsak var olamayız.