Söylemek istediklerini ilmek ilmek dokuyor
Lif sanatının başarılı temsilcilerinden Fırat Neziroğlu, lif olabilecek her türlü doğal malzemeyi kullanarak yeniden ama bambaşka bir formda sanat eserine dönüştürüyor ve yaratımlarıyla ödül üstüne ödül alıyor
Genç yaşına rağmen hayatına önemli başarılar sığdırmış biri Fırat Neziroğlu. Onunla konuşurken hayata ne kadar da geç kaldığınızı anlıyorsunuz biraz da. Kısacık geçmişine biriktirdiği yüzlerce tecrübe, deneyimlediği birçok sanat dalı, sergiler, ödüller ve ilk defa gördüğü bir dokuma tezgâhı sayesinde değişen hayatı ile geldiği son nokta olan lif sanatını, hala kaybetmediği çocuksu gülümsemesi ve heyecanıyla paylaşıyor. Şu an Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü Doktora öğrencisi olan Neziroğlu’nun okul hayatına başlama öyküsü de ilginç:
“Sokağa çıkıp oyun oynamadım hiç. Evde canım sıkıldığı için okula gittim, insan içine karışayım diye. Çünkü gerçekten çok içine kapanık ve hiç konuşmayan, hiç hareket etmeyen bir insandım. Okula gidince her şey bir anda oldu. Sonra annem dedi ki bu çocukta sanatla ilgili bir şey olsa gerek ve işte beni çeşitli sanat aktivitelerine yönlendirdi. Hepsini denedi, hangisinde başarılı olacak diye. İşte, nota, solfej, ud, dans, tiyatro vb. Yani hobim işim oldu gerçekten.”
16 yaşında başlayan üniversite hayatı halen devam ediyor Neziroğlu’nun. Erken yaşta başlayan üniversite hayatının kazanımlarını da şöyle özetliyor:
“Okula başladığım zaman tabii en güzeli, benim önümde izleyeceğim bir sürü örnek oluyordu. Çünkü aynı yaşta olunca, bu bir rekabete dönüyor ve izleme şansı olmuyor. O zaman yarışma oluyor. Geride olunca, zaten geride olduğumu kabul ediyorum. Dolayısıyla bakıyorum ileridekiler ne yapıyorlar. Bu büyük bir getiri. Sınıfımda, bir kaç tane arkadaşım vardı. Ben 16, onlar 30 küsur yaşlarındaydı. Bir tanesi mimarlık bitirmiş, tekrar ikinci üniversiteyi okumaya gelmiş. Dolayısıyla örneklerim çok iyiydi. Ve benimle gerçekten çok ilgileniyorlardı, çünkü gerçekten küçük bir çocuk vardı orada.
Dokuma tezgahından lif sanatına uzanan yolculuk
Fırat Neziroğlu’nun lif sanatıyla tanışması da üniversite yıllarına rastlıyor. Aslında hiç istememiş Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girmeyi. Ailesinin isteğiyle de başlamış olsa fakülteye, daha dokuma tezgahını gördüğü ilk derste bütün düşünceleri yön değiştirmiş: “İlk defa bir dokuma tezgahı gördükten sonra kesinlikle dokumacı olmalıyım diye karar verdim.” diyor ve ekliyor:
“Benim içimden yapılanı yapmak gelmiyor. Dolayısıyla bildiğimi değil de bilmediğimi yapabilirim diye düşünüyorum hep. Böylece kendimce tezgahlar yapmaya başladım yavaş yavaş. Üç boyutlu dokuma tezgahları yapmaya başladım. Dairesel bir tezgah yapıp, x-y-z düzlemini de işin içine katıp, böylece yeni bir şey yaptım. Bu da hiç uygulanmamış bir şeydi. Dolayısıyla ne olmazı düşünüp, yavaş yavaş dokuma tasarımından dokuma sanatına doğru geçtim. O sırada dünyada lif sanatı diye bir şey olduğunu öğrendim. Lif sanatı, lif olabilecek her şeyle, çimenlerle, ağaçlarla, ipliklerle, gazete kağıtlarıyla ve aklınıza gelebilecek her şeyi bir sanat formu haline dönüştürmek. Günümüz soyut sanatının getirisiyle her şeyi yapmak tabii ki mümkün değil. Yani, ressamlar ve heykeltıraşlar da her şeyi yapıyorlar. Ama lif sanatı, gerçekten tekstil tekniklerine bağlı kalması nedeniyle, biraz daha yaratıcı çözümler buluyor. Çünkü resim dediğimiz zaman tuvale ve boyaya mahkûmuz. Ama tekstil sanatı dediğimiz, sepet örgü, nakış, dikiş, aplike, dokuma, örme gibi teknikler, bu malzemeyi alıp, başka bir yere götürüyor. Dolayısıyla dili farklı oluyor. Ve bu yıl ilk defa “Günümüz Sanatçıları Sergisi” ile Türkiye’de plastik sanatlar içinde yerini aldı. İlk defa, sanatçılar da böyle bir teknik varmış diye baktılar.”
Her ne kadar lif sanatı yeni bir sanat olsa da aslında tekstil sanatının daha popülerleştirilmişi Fırat Bey’e göre. “Lif sanatı deyince aklımıza kesinlikle geleneksel tekstil teknikleri gelmeli” diyor:
“Yani, dokuma, örme, sepet örme, nakış, dikiş, kilim, halı gibi tekniklerin sadece insanlara söz söyleyecek bir desene ya da forma bürünmesi hali. Dolayısıyla zaten annelerimiz evde örgü örüyorlar. Teknik olarak bu iş tamamlandı. Ya da dokuma yapıyoruz, iplikler çekiliyor ve dokuyor. İğne iplikle dikiş-nakış yapıyoruz. Parçaları birbirine birleştiriyoruz. İşte bu tekniklerin hepsinin söyleyeceğimiz söze bağlı olarak kullanılan materyalle şekle bürünmesi.”
Geleneklerimizden uzaklaşmışız
Geleneklerimize sahip çıkılmamasından duyduğu üzüntüyü dile getiriyor her cümlesinde:
“Biz geleneğimize çok bağlıyız ama geleneğimizi bir o kadar reddetmişiz. Dokuma bizim en temel geleneklerimizden biri. Çünkü kilim dili diye bir şey var. Kadınlar söyleyemedikleri sözleri anlatıyorlar. Ama bakıyorsunuz, her şey aynı Osmanlı deyince. Yani deşmekten biraz uzağız. İtalya’da bir çalışmam şöyleydi: Geleneksel Türk Böceği. Ege Bölgesi’nde sünnet olan çocukların odalarına komşu kadınlar tülbentlerini origami yapıp bağlıyorlar, duvarları süslüyorlar. Bunun sadece dokumasını yapıp aynısını yaptım ve bunu İtalya’ya gönderdim, böylece orada bir ödül aldım. Zaten her şey bizim içimizde var. Benim yaptığım aslında çok fazla bir şey değil. Sadece araştırıyorum, bizde ne var diye. Çünkü gerçekten batıya dönüp tamamen bizden uzaklaşmışız.”
Cümleleri zaman zaman içindeki sıkıntıyı yansıtsa da umudunu kaybetmiyor, “Lif sanatı en popüler olacak şey gelecekte. Çünkü en başta doğaya dönüş diye çok önemli bir fikir hakkında konuşuyoruz dünya olarak. Dolayısıyla lif sanatı dediğimiz zaman, kesinlikle doğayla iç içe olmak ve doğayla ilgilenmek geliyor en başında. Mesela en basitinden bitki lifleri ve insanlara doğayla ilgili söz söylemek tabii ki.” diyor.
Sanatını sahnede paylaşıyor
İçindeki yeni bir şey yapma ve paylaşma içgüdüsü, gerçekleştirdiği farklı projelere de zemin hazırlamış. Plastik sanatlarda, sahne sanatlarının aksine sanatçının üretirkenki yalnızlık duygusunun rahatsızlığı değişik bir fikir getirmiş aklına ve Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek sanatını sahnede, seyirci önünde icra etmiş. O günkü duygularını şöyle anlatıyor:
“Plastik sanatlarda biz kapalı kapılar ardındayız. Bütün sevincimiz, üzüntümüz her şeyimiz kendi içimizde. Ben bunu paylaşmak için sahneye geçmeye karar verdim. 2008 Aralık ayında İzmir Caz Günleri’nin kapanış konserinde… Bunun da dünyada hiç örneği yok. Konser başlamadan önce insanlara şöyle bir giriş yapalım, bana eşlik etmek ister misiniz, dedim. Orkestrayla daha önce bir araya gelip prova yapmamıştık. Onlar, hayır biz anlamıyoruz senin ne yapacağını, tek başına takıl, dediler. Sonra ben sahnede şarkıların sözlerini dinlemeye başladım. Baktım ki bir köy düğünü oluyor yavaş yavaş. Dolayısıyla orayı bir köy ortamına çevirmeye başladık, ağaçlar, bir doğa ortamı dokumaya başladık. Bir resim durumu söz konusu böyle ve diyalog çok güzel… Bir köyden bahsederken ya da insan ilişkilerinden bahsederken o an içimden bir dilek ağacı geldi. Bir dilek ağacı dokumaya başladım bembeyaz. Bir ara aşk ve ayrılıktan bahseden bir şarkı vardı, o zaman siyah kurdeleyi beyaz ağacın önünden yere düşürünce seyircinin şöyle bir ah dediğini de duydum. Böyle tepkiler de oluyor. Yalnız başıma olsam bunu, yakalayamayacağım.”
Her yıl farklı bir temayı projeye dönüştürüyor Neziroğlu. Projeleri’ndeki inanılması zor yaratıcılık duygusu, sesindeki heyecana da yansıyor:
“Her yıl bir proje yapıyorum. İki yıl önce Anadolu projesi yapmıştım, Eller Projesi. Orada mesela iki tane elim vardı, ‘Oyun Projesi’ demiştim ona, hep oyunlarla gittim. Bir tarafta kınalı bir el, bir tarafta kanlı bir el. Şöyle diyorum ona da: ‘Batıda aşk hırstır; beraberinde hatayı getirir, doğuda aşk sabırdır; ince ince işlenir.’ Bir yanda kan kırmızısı, bir yanda kına kırmızısı ortada ip oyunu İstanbul Köprüsü. Yani aslında her şeyin ortasındayız, bu çelişkinin ortasındayız. Yani hep böyle bağlantılar kuruyorum. Geçen yıl ‘Akıl Hastanesi’ serisi vardı. Akıl Hastanesi’nde de kendimle oynamaya başladım yavaş yavaş. Bu akıl hastanesi serisi geçtikten sonra bu yıl yalnızlık projesine karar verdim.”
Onunla geçirdiğiniz zaman dilimi kısa da olsa hayata bakışındaki farklılığı görebiliyorsunuz gözlerinden. İçindeki küskünlük zaman zaman yansısa da ses tonuna, yaşama duyduğu bağlılığı yüzünden eksik olmayan gülüşüyle anlatıyor. Hayata dair ne varsa söylemek istediği, kelimelere dökmek yerine ilmek ilmek dokumayı tercih etmiş. Belki başarısının altında yatan en temel neden de bu, kim bilir…
Genç yaşta çok sayıda ödülü var
* İTHİB Kumaş Tasarım Yarışması / 2.lik Ödülü / İstanbul, 2006
* Gelin Damat Fuarı Gelinlik Tasarım Yarışması / Gelinlik Kategorisi 2.lik Ödülü / İzmir, 2003
* IV. Özgün Ayakkabı Tasarım Yarışması / Damat Kategorisi 1.lik ödülü / İzmir, 2003
* IV. Özgün Ayakkabı Tasarım Yarışması / Erkek Kategorisi Finalisti / İzmir, 2003
* FABRİK Kumaş Tasarım Yarışması / Baskı Erkek Kategorisi 1.lik Ödülü / İstanbul, 2002
* FABRİK Kumaş Tasarım Yarışması / Dokuma Bayan Kategorisi 2.lik Ödülü / İstanbul, 2002
* Beymen Acedemia portfolyodan hayata tasarım yarışması / Kumaş Tasarım Kategorisi 1.lik Ödülü / İstanbul, 2000
* Üçüncü Bin Yılda Osmanlı Esini Kumaş Tasarım Yarışması / Finalist / İstanbul, 2000