Buhara’dan İzmir Fatihi’ne: Bir kayıp kılıç

Türk ordusu, 15 günde 400 kilometre yolu bir yandan savaşarak, diğer yandan yürüyerek kat etti. İşte o büyük fedakarlıkla ulaşılan İzmir’in kurtuluşunda, kanlar içindeki bir Türk subayının Hükümet Konağı’na bayrak çekmesiyle tamamlanan ‘Üç Kılıcın Hikayesi’ tarihin kayıtlarında yerini aldı.

Sakarya Savaşı bitmiş, Buhara Cumhuriyeti’nden gelen bir heyet, TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna çıkmıştır. O heyetin elinde maddi değeri yüksek, ancak sonrasında müthiş bir manevi değer kazanacak çok önemli üç hediye bulunmaktadır.

Buhara halkı adına getirilen o armağanlar üç adet kılıçtır. Bunlardan birisi Gazi’ye, diğeri İsmet Paşa’ya sunulur. Üçüncü kılıcın sahibi ise henüz bilinmemektedir. Çünkü Buhara heyeti, bu kılıcın, işgal altındaki İzmir’e ilk girecek kahramana verilmek üzere saklanmasını Mustafa Kemal Paşa’dan rica etmektedir.

Gazi, emaneti kabul eder ve kılıç, Batı Cephesi Komutanlığı emrine alınır. Başkomutan, bunu Meclis kürsüsünden de ulusuna duyurur. Bu andan itibaren kılıç, Kurtuluş Savaşı ile özdeşleşir ve birçok subay ve askerin düşlerini süsler. İzmir’in bağımsızlık özlemi toplumsal bir mitosa, İzmir’e ulaşma düşü ise yüreklerde alevden bir topa dönüşür.

30 Ağustos günü düşmanın ana unsurlarının yok edilmesinin ardından, Mustafa Kemal Paşa, tarihi emrini verir: ‘Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir.’ İşte o emri alan ordu, adeta İzmir'e akarken, İkinci Süvari Tümen Komutanı Yarbay Zeki (Tümgeneral Zeki Soydemir), öncü olarak Birinci Süvari Alayı'nı görevlendirir. Öncü öncüsü olma görevi de İkinci Tümen, Dördüncü Alay Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şerafettin'e verilir.

‘İzmir’e uçuyorduk’

İzmir'e giren ilk Türk subay olan Yüzbaşı Şerafettin, daha sonra anılarını özel arşivinde şöyle kaleme alır:

'(İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri) emrini almıştık. Anlatılmaz bir hızla mesafeleri aşıyor, İzmir'e doğru uçuyorduk. Kaçan düşman köyleri kasabaları yakıyor, intikamını sivil halktan alıyordu. Adım başı rastladığımız bu yürekler acısı manzara, hızımızı büsbütün artırıyordu.”

Kanlar içinde Hükümet Konağı’nda

Yüzbaşı Şerafettin, 9 Eylül sabahı birliğiyle İzmir'e, Bornova-Halkapınar üzerinden yürür. Türk subayı, müfrezesinin başında kente saat 10.30'da girer. Kordon'a kurşun ve şarapnel yağmuru altında ulaştığında ise 40 askerini kaybetmiştir.

Süvariler, dört nala Kordonboyu'ndan Pasaport İskelesi'ne geldiklerinde, bir Rum'un attığı bomba, Yüzbaşı Şerafettin'in atının önünde patlar. Omzuna ve koluna şarapnel parçaları isabet eden yüzbaşı, parçalanan atını değiştirerek, yoluna devam eder.

Hükümet Konağı'nın önündeyse makineli tüfek ateşiyle karşılaşan Yüzbaşı Şerafettin'i, burada göğsüne isabet eden mermiler de durduramaz. Atından iner, bir gencin uzattığı Türk Bayrağı'nı alıp, göğsüne sokar ve sendeleyerek Hükümet Konağı'na yönelir. Ama burada bir sürprizle karşılaşan yüzbaşı, kapının kilitli olduğunu görür.

Emir subayı Süvari Teğmeni Ali Rıza Bey, yan kapının zincirini kırarak yol açar. Bir kaç dakika içinde binanın üst katında görev tamamlanır. Böylece 15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgaliyle başlanılan nokta, 3 yıl 3 ay 24 gün sonra 9 Eylül 1922 günü kurtuluşuna mekan olmuştur.

Göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafettin, o dakikaları, “Yaraları kim düşünür, ölsem ne gam? İzmir'i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya” diye anlatır.

İzmir'in, işgali böylece sona ererken, izleyen dakikalarda, Yüzbaşı Zeki komutasındaki süvari birliği Sarıkışla'ya, Üsteğmen Arif ve Takım Komutanı Celal Bey ile Yedek Subay Besim Efendi de Kadifekale'ye bayrağı çeker. Bütün bu gelişmeler, cephe komutanlığına dakika dakika bildirilir.

Ve kılıcı Başkomutan verir

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, tarihi günü Belkahve’den izler. Yanında Fevzi ve İsmet paşalarla 10 Eylül sabahı kurtardığı İzmir'e gelişi ise görkemli olur. Kent adeta ayağa kalkmış, Mustafa Kemal’ini bağrına basmıştır.

İzmir'e girişinden 2 gün sonra Başkomutan, Şerafettin Yüzbaşı'ya, ‘İzmir’ adını verir. Genç subay, soyadı kanunun çıkmasından sonra İzmir'i kullanır.

Büyük Önder, Buhara Hükümeti'nden emanet aldığı kılıcı da, 15 Eylül günü Yüzbaşı Şerafettin'e verir. Bu arada Beyrut eşrafından Misbah Efendi'nin, ödül olarak koyduğu 500 altın lira da, Şerafettin ve Zeki yüzbaşılar arasında paylaştırılır.

Albayken emekliye ayrıldı

Yüzbaşı Şerafettin, albayken rahatsızlığı nedeniyle ordudan emekliye ayrılır. Doktorların, savaşta aldığı yaraların yol açtığını belirttiği Parkinson ve kısmi felcin yanında maddi sorunları da bulunan Şerafettin İzmir, 1951 yılında İstanbul'da vefat eder.

İzmir Fatihi'ne, ölümünden birkaç yıl önce kent halkı borcunu ödemek amacıyla bir kampanya düzenler. Şerafettin İzmir, bir ev armağan edilmesi önerisini, "Benim yaptığım, bir vatan ve askerlik vazifesinden ibarettir" diyerek reddetmiştir. Bu arada İzmir'de açılması planlanan İnkılap Müzesi'ne verilmek üzere eşi Siret İzmir tarafından İstanbul Valiliğine verildiği bildirilen kılıcın izine ise bir daha ulaşılamamıştır.

İzmir Fatihi Şerafettin İzmir’in öyküsünü ‘Üçüncü Kılıç’ adıyla kaleme aldığı kitabıyla kayıp kılıcın izini süren Tarihçi Prof. Dr. Kemal Arı ise “Bugün Konak Meydanı ya da İzmir'in herhangi bir yerini gezdiğinizde, Yüzbaşı Şerafettin ile ilgili en ufak bir bilgi kırıntısının olmadığını görürsünüz” diyerek, Atatürk’ün bile unutmadığı o kahramanın heykelinin dikilmesi gerektiğini belirtmektedir.

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©