Selçuk Yaşar
Başarılarıyla sadece kendi yaşamını değil İzmir’i de taçlandıran işadamı Selçuk Yaşar, büyüdüğü ve geliştiği kenti “iyi bir okul” olarak tanımlıyor. 84 yaşındaki Yaşar, hala ilk günkü heyecanını taşıyor ve deneyimlerini paylaşmaya devam ediyor
O sıralar İtalyan egemenliğinde bulunan Rodos’ta 17 Ocak 1925 tarihinde başlayan yaşamı, beş yaşından bu yana Karşıyaka’da devam ediyor. Gerçek bir İzmir sevdalısı, memleket aşığı… Büyüdüğü topraklara yaptığı her yatırımla bir ilki gerçekleştirmiş başarılı bir iş adamı. Ekonomik gelişmeye önem verirken eğitim ve sosyal alanda da önemli işlere imza atmış bir duayen Selçuk Yaşar.
Dedesi Mustafa Kaptan, Rodos ticaretinde söz sahibi olan önemli bir kişiydi. Rodos’ta ticaret yapan Selçuk Yaşar’ın babası Durmuş Yaşar, adada siyaset nedeniyle Türklerin yaşadığı sıkıntıların had safhaya varması üzerine ailesiyle birlikte Karşıyaka’ya geldi. Babası Durmuş Yaşar, 1930 yılında Karşıyaka İstasyonu karşısındaki Atatürk’ün kayınpederi Uşşakizade Muammer Bey’in köşkünün dibindeki küçük evi kiraladı. Yaşar ailesi, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın da vefat ettiği bu evde birkaç sene yaşadıktan sonra yine istasyon civarındaki Musavat Sokağı’nın başındaki eve taşındı...
Selçuk Yaşar, ilkokulu Saint-Polycarpe Fransız Okulu’nda okudu. Bu okulda Fransız kültürünün tüm özelliklerini ve yaşam boyunca uygulayacağı tüm çalışma ilkelerini bu okulda öğrendi. Saint-Polycarpe’ta üç yıl okuduktan sonra okulun kapatılması nedeniyle Alsancak’taki Saint-Joseph’e gitmek zorunda kaldı. Okulu nedeniyle ailesi de Alsancak’taki Bornova Sokağı’na taşındı. Selçuk Yaşar beş yıl İzmir Saint- Joseph’te okuduktan sonra liseye İstanbul Saint-Joseph’te devam etti. Bu okulda da atılımcı bir kişilik sergiledi. Sanki gelecekteki başarısının sinyallerini veriyordu:
“Saint-Joseph’te 12 sene eğitim aldım. Hocalarımız değerli insanlar oldukları için doğruluk, dürüstlük, iyilik ve arkadaşlık gibi kavramlar, yani insanlık bakımından dünyada kötülüğü kınayan düşünce biçimi eğitimin temeliydi. Branşlarda da matematik, coğrafya gibi dersler vardı. İlmi bakımdan da çok kuvvetli hocalarımız vardı. Kadıköy’deki Saint- Joseph Lisesi’ni birincilikle bitirdiğimde 1943 senesiydi. O tarihlerde Saint- Josephli olmak bir meziyetti.”
Mühendis olacaktı!
Aslında mühendislik okumak istiyordu ama hem kendi hem de ülke ekonomisinin geleceğini şekillendirecek bir yönlendirme aldı o sırada:
“Ben mühendis olacaktım, dayım Prof. Dr. İsmet Alkan geleceğe yönelik kararımın değişmesinde etkili oldu. Amerika’da mühendislik okuyacakken dayım, baban tüccar senin, dedi. Ekonomi okumama vesile oldu. Yüksek ticaret okulu vardı Sultanahmet’te. Saint-Joseph’i bitirince oraya kaydettirdi beni. Dayım orada işletme ekonomisi profesörüydü. Maalesef erken kaybettik. Benim üzerimde önemli bir etkisi olmuştur. Hem talebesiydim hem dayımdı. Babam da memleketini seven bir işadamıydı. O da bu kararı destekledi. Okul, babam ve dayım: Başarımın temellerini onlar attı diyebilirim. Bu karardan hiç pişman olmadım.”
Babasının Kemeraltı’ndaki küçük boya dükkanında başlayan işadamlığı yolculuğunun sonunda bugün yaklaşık 10 bin kişiye iş olanağı sağlayan Selçuk Yaşar, 40’ı aşkın şirket ve üç vakıftan oluşan Yaşar Holding’in Onursal Başkanlığı’nı yürütüyor.
İlk özel sektör bira fabrikası, ilk matbaa mürekkepleri üretim fabrikası, ilk UHT dayanıklı süt üretimi, ilk sağlıklı su fabrikası, ilk özel sektör entegre et tesisi, ilk bin yataklı tatil beldesi gibi 11 alanda ilkleri başarmış olan Selçuk Yaşar hala ilk günkü heyecanını koruyor ve bunu ülkesini çok sevmesine bağlıyor:
“Ülkemi ve halkımı, insanımızı çok seviyorum. Türk insanı değerli… Türk milletinde bir üstünlük ve başarı var.”
Bu kadar başarıyı yaşamına sığdırmış birine “Yapmak isteyip de yapamadığınız var mı” diye sormak haksızlık olacağı için geriye baktığında ne hissettiğini soruyoruz:
“İstediklerimin çoğu oldu tabii. Süt sanayi, et sanayi,… Türkiye’ye hep benim getirdiğim ilkler. Türkiye’ye getirdiğim entegre süt sayesinde Türkiye’de çocuklar sağlıklı süt içebilir hale geldiler. Bundan 25-30 yıl öncesini düşündüğümüz zaman karayolu bu kadar yaygın değil, soğutma tesisleri bu kadar fazla değildi Türkiye’de ve doğal olarak elde edilen sütler hijyenik olarak muhafaza edilemiyor. Gerçekleştirdiğimiz bu ilkle Hakkari’den Edirne’ye kadar Türkiye’nin bütün her yerinde çocuklar doğal ve sağlıklı süte kavuştular. Hatta Pınar’ın çok güzel bir sloganı vardır, Bir nesil Pınar’la büyüdü, diye. Şimdi bu inşallah ikinci, üçüncü nesillere geçecek.
Eğitime önem verdim. Spora önem verdim. Bizim bu kuruluşlar öğretmenlik yaptı. Bizden görüp de örnek alanlar da yapıyor. O bakımdan biz öncülük yapmakla birçok şeyi Türkiye’ye öğretiyoruz grup olarak. Bundan da ben mutlu oluyorum. Herkesin yapmasından da memnun oluyorum. İşte bu da bize Saint-Joseph’te verilen terbiyedir.”
Eğitime verdiği önem nedeniyle geçtiğimiz günlerde TBBM Üstün Hizmet Ödülü’nü hak eden Selçuk Yaşar, bilgi ve deneyimlerini de Arabanın Frenleri, Türkiye’nin Baş Ağrıları, Sanayide Devlet gibi yazdığı kitaplarla genç kuşaklara aktardı:
“İletişim Danışmanım Gazeteci Hakan Atis Bey’le birkaç gün önce ‘Tarihten Bir Yaprak’ isimli bir kitapçığı baskıya hazırladık. Söz konusu eserim iş deneyimlerimden yola çıkarak kaleme alındı. Satış ve pazarlama ile ilgili. Hayat tecrübelerimi aktardığım bir eser oldu. Ayrıca biliyorsunuz gazetecilik de yaptık; Ege Ekspres, Gazete Ege’yi çıkardım. Yani memleket meseleleri, memleket sorunlarıyla hep yakından ilgilendim. Halen de yazıyoruz, çiziyoruz. Üniversitemiz de çok iyi gidiyor. Yaşar Üniversitesi de İzmir ‘in geleceği için son derece önemlidir. Bunu da özellikle vurgulamak istiyorum.”
“İzmirliler medenidir”
Selçuk Yaşar’ın art arda temellerini sıraladığı yatırımlar öncelikle İzmir’in ve İzmirlilerin yüzünü güldürmüş elbette. İzmir’i çok seviyor Yaşar:
“İzmirliler medeni insanlardır. İzmir’de Avrupai bir ortam var. İzmir’de bir zamanlar Levantenler ve Museviler yarı yarıyaydı. Biz okurken sınıfın yarısı Türk, Müslüman yarısı da Musevi ve Levanten’di. Çok Levanten vardı İzmir’de bizim zamanımızda. Şimdi azaldı. Hakikaten İzmir yarı Avrupalı şehir gibiydi. Sonra tabii kalmadı. Yani o zaman İzmir yarı Avrupa gibi bir şehirdi. Şimdi öyle bir şey yok ama onun etkileri var.
Geçimli bir toplumdur İzmir. Aynı konuda iki dükkan olmasına rağmen rakip, piyasada bu rekabeti kötü kullanmıyorlar. Yani birbirlerinin aleyhinde yorum yapmazlar. Kardeş gibidirler. Sektörler bazında, sanayi bazında böyledir bu.
Mesela kaç tane sanayici ve işadamı derneği var, Sanayi Odası, Ticaret Odası var. Bakın, bilhassa sivil toplum örgütleri iyi bir uyum içinde. Yani ilgi var, bu da benim hoşuma gidiyor. Çünkü burası bir okul gibi, bir eğitim gibi. İzmir’de birlik ve beraberlik olduğu sürece kent her alanda ileri gidecektir.”
Peki, hiç mi günahı yok İzmirlilerin, kentin hak ettiği noktaya gelememesinde?
“İzmirlilerin payı var tabii. Mesela bizim vakıflarımız var. Eğitim, spor, kültürsanat alanlarında faaliyet gösteriyor. Karşıyaka Kulübü’ne yaptığımız katkı, maddi-manevi çok büyük. Ama bakın bugün sporda İzmir’de bir tane takım kalmadı. Yani benim demek istediğim, İzmirlerin kendilerindedir kabahat. Sivil toplum örgütleri, şirketler başarılı olmazsa tabii ki ne spor kalır ne başka şey kalır.”