Phokaia'nın Sirenleri
Bugün ki yazımda, her sene Foça'ya genelde balık tutmaya gidenlerin çevresinde avlandıkları, Foça'nın açıklarında bulunan orak adasının açık denize bakan tarafının kuzeyinde bulunan doğal aşınmalarla oluşmuş kayaların efsanesinden bahsedeceğim.
Bu kayalıklar volkanik püskürmeler sonucunda oluşmuş, dalga aşındırması, rüzgar ve yağmurun etkisiyle bugünki biçimini almıştır. Kayalıkların içinde ki mağaralar, Ege denizinde yaşayan Akdeniz foklarının da barınağı haline geldi. Homeros'un Odysseia Destanının 12. bölümünde geçen efsaneye konu olan bu kayalıklar, tüf taşı kayaların arasında oluşan rüzgar sesinin Siren sesine benzemesiyle adlandırılmıştır.
Sirenler, ( Homeros'un anlatımına göre Serienler ) kadın başlı, kuş gövdeli mitolojik varlıklardır. Bunlar diğer mitolojik varlık olan Harpylara benzer fakat ölüm çağrısının yanında aşkı da barındırırlar. Çıkardıkları güzel sesler uzak yolculuklardan gelen kadınsız kalan denizcileri derinden etkilerdi.
Kayalıkların bulunduğu yeri bu şekilde gidenlere anımsatabilirim
Odysseia Destanında bahsedilen Siren Kayalıklarında, kayalıklarda yaşayan sirenler, söylediği şarkılarla oradan geçen erkek denizcileri büyüler ve bu sesi duyanlar oradan ayrılamayarak yaşamlarının sonuna kadar orada kalırdı. Kimi kaptanda Sirenlerin seslenire kapılarak, gemisini kayalıklara doğru sürer, gemi kayalara çarparak batardı. Odysseus gemisiyle bu kayalıkların arasından geçerken Tanrıça Kirke'nin Sirenler ile ilgili öğütlerini dinlemiş. Bu öğütleri doğrultusunda Sirenlerin etkisine kapılmaması için gemi mürettebatının kulaklarını balmumu ile kapatır. Sonra da kendini geminin direğine sıkıca bağlatır. Bağlatır ki Sirenler onu çağırmaya başladığında, Sirenleri dinleyip tayfasına emir verdiğinde tayfası onu duyup dediğini yapmasın diyedir. Bu şekilde kayalıkların yanından etkilenmeden geçip gidebilecektir.
Kayalıklardan yükselen uğultunun asıl nedeni, fok balıklarının ve rüzgar sesinin karışımıyla ortaya çıkan uğultunun burayı Siren kayalıkları olarak adlandırıldığı tahmin edilir.
Homeros'un Odysseia Destanında Sirenleri şu şekilde anlatılır;
Ulu Kirke dinledi beni, sonra şu sözleri söyledi bana:
-Demek her şey böyle böyle oldu bitti,
şimdi kulak ver sen benim diyeceklerime,
hep hatırlatsın bir tanrı sana bu dediklerimi:
Seirenlere varacaksın sen en önce,
onlar büyüler yakınlarına gelen bütün insanları,
kim yaklaşırsa bilmeden ve dinlerse onları, yandı,
bir daha evinde onu ne karısı karşılar ne çocukları.
Seirenler onu çayırda çınlayan ezgileriyle büyüler,
çayırın çevresinde kemikler vardır, öbek öbek,
bunlar kemikleridir etleri çürüyen insanların,
büzük büzük durur kemiklerin üstünde deriler.
Durma orada yürü, arkadaşlarının da tıka kulaklarını,
tatlı balmumuyla tıka ki, onların sesini dinlemesinler,
istersen dinle sen, ama bağlasınlar ayakta seni,
hızlı geminin içinde iplerle bağlasınlar
kollarından bacaklarından orta direğe,
ondan sonra dinle Seirenleri doya doya.
Ama dostlarına yalvarır da, dersen ki ne olur iplerimi çözün,
bağlasınlar onlar senin bağlarını bir kat daha sıkı.
O böyle dedi, der demez altın tahtlı şafak göründü,
ve Kirke, ulu tanrıça, yollandı adasının içine doğru.
Gemiye gittim ben de, uyardım arkadaşlarımı,
haydi binin dedim gemiye, çözün palamarları.
Onlar da hemen bindiler ve oturdular sıralara,
başladılar kürekleriyle dövmeye kırçıl denizi.
Yelken şişiren bir yel saldı bize,
iyi bir yoldaş, lacivert geminin ardından,
güzel belikli Kirke, yaman tanrıça, insan sesli,
bütün avadanlıkları yerli yerine koyduk ve oturduk,
rüzgarla dümenciler yönelttiler gemiyi.
O sıra seslendim arkadaşlara yüreğim acı içinde:
-Yalnız biriniz ya da ikiniz bilmiş, ne çıkar,
ulu tanrıça Kirke’nin bana dediklerini,dostlar,
bir bir anlatayım size, bilesiniz siz de her şeyi,
bakalım ölecek miyiz, yoksa kurtulacak mıyız kara kaderden.
Ne yapın yapın, tanrısal Seirenlerden sakının, dedi bana o,
büyüleyen seslerinden sakının, dedi ve çiçekli çayırlarından,
sen dinle dedi istersen, ama bağlasınlar ayakta seni,
hızlı geminin içinde iplerle bağlasınlar
kollarından bacaklarından, dedi, orta direğe,
size yalvarır da, çözün iplerimi ne olur dersem,
bağlayacaksınız beni o zaman bir kat daha sıkı.-
Böyle dedim ve uyardım arkadaşlarımı.
Bu arada gemimiz Seirenlerin adasına varmıştı bile,
çünkü itici bir rüzgar esiyordu arkamızdan.
Derken rüzgar düştü, deniz oldu çarşaf gibi,
bir tanrı bütün dalgaları dindirmişti.
Yoldaşlarım kalkıp geminin yelkenlerini topladılar
ve koydular koca karınlı geminin ambarına,
sonra da cilalı kürekleriyle döve döve köpürttüler denizi.
O zaman ben tunç kılıcımla, iri bir mum peteğini
parçaladım ufak ufak ve ezdim güçlü ellerimle,
mum elimin altında yumuşayıverdi o saat,
ve Yücelerin oğlu Güneş’in ışınlarıyla yumuşayıverdi.
Sırayla sürdüm mumu arkadaşlarımın kulaklarına,
onlar da bağladılar kollarımdan bacaklarımdan beni
sarıp orta direğe ayakta iplerle.
Sonra oturup vurdular kürekleriyle kırçıl denize.
Geldiğimiz zaman yakına, sesin duyulacağı kadar,
bi sıvışsak göz açıp kapayıncaya kadar şurdan, dedik,
ama gözlerinden kaçmadı yalından geçen hızlı gemi,
çınlayan sesleriyle hemen başladılar ezgiye:
-Gel buraya dillere destan Odysseus, Akhaların şanı şerefi,
durdur gemini de duy bizim sesimizi.
Hiçbir vakit bir kara gemi buradan geçemedi
durup dinlemeden ağzımızdan çıkan tatlı ezgileri,
dinlerler doya doya, daha çok şey öğrenir öyle giderler.
Biliriz biz engin Troia’da olup biten her şeyi,
Argoslularla Troyalılara tanrıların ne acılar çektirdiğini,
biliriz biz ne olur ne biter bereketli toprak üstünde.-
Güzelim sesleriyle onlar böyle diyorlardı işte
ve dinlemek istiyordu onları benim gönlüm,
kaşlarımla işmar verdim arkadaşlara, çözün dedim beni,
onlarsa ha bire kürek çekiyorlardı, iki büklüm.
Perimedes’la Eurylokhos hemen kalktılar ayağa
ve bir kat daha sıkı bağladılar bağlarımı.
Az sonra epey uzaklaşmıştık Seirenlerden,
artık duymaz olmuştuk onların sesini ve ezgilerini,
o zaman çıkardılar kulaklarından balmumlarını yoldaşlarım,
ve sonra geldiler çözdüler benim bağlarımı.
John William Waterhouse'un The Siren (Siren) adlı tablosunda sirenler...
Bu blogda yazmamın asıl sebebi, edebiyat ve tarihte büyük öneme sahip olan bu toprakların değerini herkese farkettirebilmek. Her gün elimizi kolumuzu sallayarak bilinçsizce dolaştığımız ve ülke sınırlarımız içinde bulunan bu yerler o kadar değerli ki gün gelecek buralar elimizden çıkacak, anca o zaman kıymetini bileceğiz.
Sağlıcakla kalın.