Algazi Sinagogu
Değerli din adamları ve Klasik Türk Müziği ustaları yetiştiren Algazi ailesi tarafından kente kazandırılan ve ailenin soyadını taşıyan havra, dekoru ve iç mimarisiyle Havra Sokağı’nın tüm havasını yansıtır.
Yazı: Sara Pardo / Fotoğraflar: Onur Şan
14-15’inci yüzyıllarda derin bir sessizliğe gömülen ve boşalan, iç liman çevresindeki İzmir kenti, 17’nci yüzyıl başından itibaren mucizevi bir şekilde ve süratle gelişmeye başladı. Avrupalıların, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan liman olarak İzmir’i ticarete açmasıyla her yandan ve her milletten binlerce aile buraya göç etti. 1492’den itibaren İspanya ve Portekiz’den Osmanlı’ya göç etmiş Seferad Yahudileri de 16’ncı yüzyıl sonuna doğru Selanik, İstanbul, Adalar, İtalya ve daha birçok yerden İzmir’e gelip yerleştiler. Romaniot adı verilen, Anadolu’nun yerlisi sayılan Yahudilerle karıştılar. Kısa zamanda, İzmir’in nüfusu 90 bine ulaştı. Bunların 15 bini Yahudiydi.
Yahudiler, Müslüman ve Ermeni mahallelerinin arasında, Rumlara komşu, fakat daha çok müslümanlarla yan yana, iç içe; Mezarlıkbaşı ve Havra Sokağı; Tilkilik, İkiçeşmelik kesimlerinde yaşadılar. İç limana ve ticaret bölgesine yakın; içe dönük, mahrem; kendi aralarında dayanışma içinde; bir yüzyıl kadar üst düzeyde fakat gittikçe gerileyen; Osmanlı devletinin sosyal ve ekonomik kaderini paylaşan bir süreçti bu. Iber modeli olan konutları, “Kortijo” denen aile evleriydi. Yaşam tarzlarının bir göstergesiydi bunlar. Giyiminden yemeğine, müziğinden lisanına kadar, yüzyıllar boyunca Iber yarımadasının Seferad kültürünü yaşattılar. Üstelik bu kültür Osmanlı’ya çok yakındı ve böylece çok kaynaştılar. Seferad Yahudileri kendilerini evlerinde hissettiler.
200 yıl boyunca “Kortijolar” gibi, sinagog mimarisi de Iber modeli oldu. Yani “merkezi planlı” dua ve kutsal kitapların okunduğu yer (teva), Sinagogun tam ortasında, yüksekçe bir podyum üstünde; oturma sıraları duvarlar boyunca ve podyumun etrafındaydı (kutsal dolap ehal, daima Kudüs’e bakan doğu duvarında olur). 18’inci yüzyıldan itibaren İtalyan stili Bazilika modeli kullanıldı. Artık okuma yeri Ehal’in duvarında ve oturma sıraları tiyatro gibi sıralanır. Değişik yerlerden gelmiş olan Seferadlar, farklı örf, adet ve dini ritüellere sahip oldukları için, her biri kendine özgü bir sinagog inşa etti. Dar bir alanda, yan yana, bazen sırt sırta, irili ufaklı, dışardan basit görünüşlü bu mekanlar, yüksek koruma duvarları ve bahçelerle çevriliydi, tıpkı İzmir camileri gibi, baniler tarafından sponsor edilirdi.
Havra Sokağı ve civarında 20 kadar havra vardı. Bunların içinde en önemli olanı, merkezi planlı Algazi Havra’sıydı. Algazi sülalesi, yüzyıllar boyunca İzmir’de hem değerli din adamları hem de Klasik Türk Müziği ustaları yetiştirdi (20 yüzyılda yaşamış olan Ishak Algazi, güzel sesi ve Klasik Türk Müziği bilgisiyle ünlüydü. Atatürk tarafından Dolmabahçe’ye davet edilmişti.)
Profesör Barnai’ye göre bu havra, 1666 yılında, Sabetay Sevi’nin cemaati kontrolünün altına aldığı yerdi. Başka bir iddia da olayların Galanti Havra’sında meydana geldiğidir. Salomon Algazi şehrin çok önemli bir hahamıydı. Önce Pinto ve Giveret Havralarının ve büyük olasılıkla daha sonra da Algazi Havra’sının yahidi oldu. Barnai’ye göre bu havra, Sabetay Sevi’nin de havrasıydı. Ailesinin buraya devam edip etmediği bilinmiyor. Buna dayanarak bu havranın 1666 yılında belki de başka bir adla varolması icap eder.
İzmir’in en büyük ve en güzel antik havralarından
Bizdeki bilgilere göre Algazi Havrası, büyük ihtimalle 1724 yılında Dayan yani yargıç diye anılan İzhak Algazi tarafından inşa edilmiştir. İzmir’in en büyük ve en güzel antik havralarından biridir. Değişik zamanlarda restorasyon gördüğü halde, oldukça otantik kalabilmiştir.
Havraya dışardan bakıldığında, çok yüksek bir duvar ve daima kapalı olan eski demir panjurlu altlı üstlü 12 pencere görürüz. 19’uncu yüzyıldan kalma ahşap cümle kapısının ağır ve naif hali, kalın ve kaba taş söğeleriyle tam yerine uyan bir görüntü sergiler. Kapıdaki ufak delikten çıkan zincir çekildiğinde, avludaki çan çalar. Dini kurallara göre cumartesi günleri, elektrik ve buna bağlı olarak zil kullanılamadığından, zincire bağlı bu çan vazife görür.
Tuğla tonozlu giriş bölümünden geçip içeri girdiğimizde, önümüze güvenlik amacıyla yeni yapılmış sac bir duvar ve kapı çıkar. Oradan bir avluya girilir. Avlunun tabanı, gri ve siyah mermerdir ve 19’uncu yüzyıldan kalmadır. Tam ortasında daire şeklinde on iki parça mermerle döşenmiş bir metre çapında dekoratif bir alan göze çarpar. Bir köşesinde içi temiz suyla dolu bir kuyu bulunur. Bina iki katlıdır. Sol tarafta, küçük bir kapıdan birkaç basamakla bodruma inilir. Burasını mutlaka görmek gerekir çünkü sadece bu havrada, eski binaların temele nasıl oturtulduğu görülebilir. İkinci katın tabanını tümüyle görmek mümkündür. Kalın kütüklerden oluşan 2 metrelik temel direkler üzerine yatay kalaslar yerleştirilerek bastaban oluşturulmuştur. Bunun üstünde yer alan bindirmelikler üzerine taban rabıtaları oturtulmuş ve havranın esas tabanı kullanılır duruma getirilmiştir.
Havranın bodrumu, 350 metrekare kadardır. Eskiden bir dehlizle başka yerlere bağlanmış olduğu görülür. Dört oda iç içe bütün zemini kaplar. Aslında avluya bakan duvarda eskiden büyük pencereler vardı ve bu bölüm, Bet Midraş, yani din kitaplarının çalışıldığı, öğretildiği yerdi. Burası aynı zamanda genizah, yani kullanılmayan kutsal kitap ve objelerin gömülmeden önce depolandığı yer idi. Asara Batlanim, halk dilinde Meldahon burada toplanırdı. Bu mekanın adı Kal de Abaşo yani Aşağı Havra idi. Bet Midraş’ın arka tarafında belki yüz yıldır unutulmuş yeşil bir dolabın içinde, eski yırtık kitaplar bulundu. Kim bilir burada daha ne sırlar saklıdır? Çok eski, ağır ve ahşap bir kapı, sanki “beni unutmayın, ben de burada varım” dercesine işlevsiz bir duvarda ayakta durur.
Yukarı havraya, Kal de Ariva, mermer bir merdivenle çıkılır. Avlunun bir duvarında, bir kitabenin üzerinde havranın yapılış tarihi orijinal şekliyle görülür.
Havraya söğeleri yine yekpare taş olan bir kapıdan girilir. Önümüzde enlemesine bir koridor, hayat uzanır. Bir zamanlar bu koridorun üstünde, kadınlar bölümü Azara varmış. Bir söylentiye göre, bir Kippur (oruç günü) ayininde, genç bir hazan bir kadına göz kırptığı için, bu havraya o günden sonra hiçbir kadın alınmamış ve azara yıktırılmış. Diğer bir söylenceye göre Sukot yani çardak bayramında yapılması gereken Simha Tora turlarını Gizbarimler, Gabaylar (havranın yöneticileri) bu törende daima yaşanan karışıklıkları önlemek için yerine getirmemişler ve neticede, bu işe karışan tüm gizbarlar aynı sene içinde ölmüşler. Bu facia karşısında, zamanın hahamı, rüyasında bu törenlerin mutlaka yapılması gerektiğini görmüş ve her şey eski haline dönmüş.
Organik bir bütünlük seziliyor
Koridorun avluya bakan pencereleri yenidir. Bu mekan cumartesi günleri sabah kahvaltılarında da kullanılır. Dış cephesinde eski tarzda yeni yapılmış tahta saçaklar vardır.
Esas havraya bakan duvarda üç giriş ve iki açık niş yer alır. İki giriş ve nişlerin söğeleri yekpare kesme taş, orta girişin söğeleri mermerdir. 350 metrekare boyunda kare şeklinde olan havra, rabıta taban ve düz çatısıyla, dekoru ve iç mimarisiyle Havra Sokağı’nın tüm havasını yansıtır. Bu havrada organik bir bütünlük sezilebilir. Teva ortadadır. Dört ince sütun, ahşap oldukları halde, mermer tarzında boyanmıştır. Sütunlar, köşeli büyük basalar üzerine oturur ve orta kareyi çizerler. Tevanın üstündeki kemerler cemaatin ressamlarından Selma Arditi tarafından 2007 yılında yeniden bezenerek, havranın güzelliğine güzellik kattı. Doğu duvarında geleneksel havralarda görülen üç dolap ve ek olarak iki küçük cam dolap yeralır. Orta dolap Ehal, Sefer Tora’ların muhafaza edildiği kutsal dolaptır ve oldukça süslüdür. Dolap kapaklarının üzerinde kabartma olarak İbranice kutsal kelimeler yazılıdır. Ehal’in çevresi onlarla minik ampullerle donatılmıştır ve sanki Tanrı’nın ışığını yansıtır. Algazi’nin bir zamanlar 6 Sefer Tora’sı vardı. Ehalin içinde Sefer Tora bağışını yapanların listesi bulunur.
Kutsal dolapların önünde, eski parohetler asılıdır. Aynı duvarın iki yanında çok yüksek pencereler, diğer iki duvarda da altlı üstlü on ikişer pencere bulunur. Alt pencereler yenidir. Ahşap tavan rabıtalıdır. Kimbilir belki bir zamanlar bu tavan da kalem işleriyle bezenmişti.
Koltukların büyük bir kısmı, 19’uncu yüzyıldan kalmadır. Birçoğunun üzerinde İbranice kabartma yazıyla kime ait olduğu belirtilmiştir. Ehalin yanında, üzerinde ağır işlemeli bir parohet olan, Eliyahu Peygamberin koltuğu; Ehalin diğer yanındaki koltuk ise, İzmir’in 19’uncu yüzyılda yaşamış en önemli din bilgini olan Hahambaşı Abraham Palaçi’nin oturduğu koltuk olarak bilinir.
Her şabat ve bayramlarda ibadete açık
Algazi Havrası, 1907 yılında Karataş’ta Bet-İsrael Havrası yapılana kadar, İzmir’in en önemli havrası idi. 1997 senesinde Salvator Eskinazi’nin önderliğinde Rafael Benveniste’nin çalışmalarıyla onarıldı. Bu kez 2007 yılında, başta havranın önemli bir yehidi olan babaları Salvator Eskinazi anısına evlatları Jak, İsak ve aileleri ve çok sayıda yardımsever tarafından sponsor edilerek büyük bir onarım daha geçirdi. Son olarak da alt katta tabanı kuvvetlendirecek büyük bir çalışma yapıldı.
Yakın tarihte vefat etmiş, İzmir Yahudi Cemaatinin değerli hazanlardan Leon Hakim, 30 yıl boyunca bu havrada gönüllü olarak görev yapmış ve yönetmiştir. Leon Hoca efendiliği, güzel sesi ve din bilgisiyle bu havranın temel direğiydi. Algazi Sinagogu, halen son derece özveri ile çalışan yönetim kurulu ve yehidler sayesinde her şabat ve bayramlarda ibadete açıktır.
Haham: Din bilgisi tam olan hoca.
Yahid: Bir havranın mensubu.
Asara Batlanim: 10 dindar adam. Çalışmazlar ve sabahtan akşama kadar din okurlar.
Hazan: Güzel sesli, duaları okuyan yarı hoca, yarı müezzin din adamı.
Simha Tora Bayramı: Tora tomarlarının bayramı anlamına gelir. O gün, bir yıl boyunca okunan Ahit bitmiştir. Büyük bir şölen yapılır.
Sefer Tora: Yahudiliğin kutsal kitabı olan Ahit’in, parşömen üzerine elle yazılmış, tomar halinde olan şekli.
Ehal: Havranın en kutsal yeri. Doğuya, yani Kudüs’e bakar. O duvarda, bir dolabın içinde (Ehal) Sefer Tora’lar durur.
Parohet: Sinagog’da kullanılan kutsal perdeledir.