“Hisarönü, Hisar Camisi, Hisâr–Aşiran”

İzmir’in en büyük camisi olan Hisar Camisi adında neredeyse kentin tüm hikâyesini, bedeninde de kentin tüm geçmişinden artakalan taşları saklar. Hisarönü’nün boğucu kalabalığının ortasında yükselen camiden içeri adım attığınızda istemsiz bir güven duygusu kaplar içinizi.

“Ve Men dehalehu kane amina”

“İçeri giren güvendedir.”

Kapının üstünde böyle yazdığına kimse dikkatlice bakmamıştır belki. Dışarıdaki ​kalabalık, keşmekeş, uğultu, saldırganlık, işporta ruhu caminin önünü, Hisarönü’nü ne denli boğarsa boğsun kapıdan içeri adım atacaklar için başka bir zemin, zaman ortaya çıkar ve onları kendi dünyasına alır. “Ve Men dehalehu kane amina” yazıtının Hisar camii kapı üstündeki altın varaklı pırıltısı sönmeden hala durmaktadır; “Bu kaleden içeri girdikten sonra, o kalenin içindeki adam emin olur!”

Krommyonnessos Soğanadası

Bu çerçeveden, eşikten, kapıdan içeri girmeden önce dışarısının öykülerine bakmakta yarar var. Günümüzden 2 bin 300 yıl önce, bugünkü Kemeraltı-Anafartalar caddesi yayı içindeki limanın ağzında bulunan küçük ada; hisâr–aşiran makamına kadar sürecek olan tarihsel akışın başlangıcıdır. Bu küçük ada; Krommyonnessos/Soğanadası, yeni kurulmakta olan Smyrna kentinin iç limanının güvenliğini sağlayan önemli bir coğrafya parçası idi. 1344 yılında Türkler’e karşı kıyıda tutunan Rodos şövalyeleri, onun üstüne kaleyi yaptıklarında semtin adının da doğuşu gerçekleşti. St. Peter diye adlandırılan kaleden günümüze ancak gravürlerdeki kara görüntüsü, Storari’nin yaptığı İzmir plandaki biçimi ve de denize bakan yüzündeki dairesel duvarının izi, Kızlarağası Hanı batı önünden Fevzi Paşa caddesine yürürken 895 sokak olarak kaldı. Hisarönü’ne adını verecek bu kalenin 1402’de yaman biçimde Timur tarafından kuşatılması sırasında denize atılan taşlar, günümüz Çankaya metrosunda sergileniyor. Böylelikle 1344-1402 arasında şövalyelerin ilk biçimini verdiği kale, daha sonra Osmanlı ülkesine katılan İzmir’de iç liman ağzında kara bir hisar olarak varlığını korudu. İçine dışına evler yapıldı, ama 1860’ların ortasında tümüyle yıkılarak eski iç limanın dolgusuna ve yeni rıhtım inşaatına malzeme olarak karıştı. Kalenin 1870’lerde kent yaşantısından görüntü olarak çıktığı bir gerçek ama kentli onu unutmadı, çevresi Hisar, Hisarönü diye anılmayı sürdürdü. Hisar Camisi’nin halk dilindeki adı bu görgüyle özdeştir.

Hisarönünden Hisâr–Aşiran Makamına

Caminin en meşhur imam hatibi Mehmet Râkım Erkutlu (1869-1948), nam-ı diğer Râkım Hoca bir bestekar ve müzik insanı olarak, taasupdan uzak din görevlisi duruşunun en halis örneğidir. Babadan oğula caminin imamı olan Râkım Erkutlu en güzel ve nakışlı bestesini, ömrünü geçirdiği Hisar Camisi'ni hatırlatırcasına Hisâr–Aşiran makamında, Hisarönü'nün uzun geçmişini anlatırcasına Devr–i Kebir usülde yapmıştır (O nihal–i bağ–ı işve sana da eder temayül).

Çevresinde Neler Var?

Kaleden Hisarönü’ne varan bu öykünün genişletilmesi olası ama yoğunluğu Hisar Camisi’ne verelim. Yine de yapının ayrıntılarına girmeden İçliman’dan ve onun kıyısından sözetmek gerekir. Bu biçimi, meraklısı, yani İçliman’ın kavsini öğrenmek isteyen Hükümet Konağı’ndan girerek Kemeraltı Camisi, Başdurak Camisi, Kestanepazarı Camisi, Şadırvan Camisi ve sonunda Hisar Camisi olarak, çoğunluğu Anafartalar Caddesi biçiminde izleyebilir. İç limanın Piri Reis’te tanımı var. Zaman içinde dolarak Kemeraltı çarşısısının görece daha yeni yapılarının yükseldiği bir kesime dönüşmüş. Limanın ağzı, bugünkü Pirinç Hanı ile İzmir İktisat Kongresi’nin yapıldığı Hamparzum Hanı’nın köşesinde duran kongre anıtı arası olarak söylenebilir. Eski Gümrük’ten Kemeraltı Camisi’ne kadar uzanan düz üç sokak, şimdiki unutulmuş adıyla Yemiş Çarşısı, limanın ağzını kapatan eski bir mendireğin, en az iki bin yıllık bir yapının doğrultusunu hala bize gösteriyor. Bu fiziksel koşulları anlayabilmek için Ticaret Odası’nın İzmir ve Ticaret Tarihi Müzesi’ndeki 17. yüzyıl Kemeraltı maketine bakmak gerekiyor. Tüm bu tanımlardan sonra, metro kazılarının da gösterdiği gibi bir kaya çekirdeği üstüne oturan, kimi araştırmalarda yerinde eski bir kilise vardı dense de bu olasılığın “yerinde eski bir yapı olabilir” biçiminde yumuşatılabileceği Hisar Camisi’ne artık adımımızı atalım.

Koruyucusu Yakup Bey

Halk dilindeki adıyla Hisar Camisi, aslında yazılı kaynaklardaki biçimiyle Molla Yakup Camisi. İçliman kıyısındaki öteki camilerden tarih olarak en eskisi. Bu eskiliğin St. Peter Kalesi’ndeki şövalyelerle ve Aydınoğulları arasında geçen savaşların, İzmir’in aşağı kesiminin fethedilmesi tarihiyle ilişkisi bulunmalı. Aydınoğlu Umur bey’in 1345 yılında Latinler’e saldırması, Fransız arkeologu Charles Texier ve İzmir’i araştıran İkonomos ve Slaars’ın bu çatışmada bir kiliseyi Hisar Camisi ile ilişkili görmelerine neden olmuştur. Bu irdelemeden yola çıkan Münir Aktepe, Hisar Camisi’nin en azından 14. yüzyılda var olabileceğini ancak kimin tarafından, ne zaman yapıldığının belirsiz olduğunu söylemiştir. Aktepe, kimi vakıf yer tanımlarında geçen kale karşısındaki caminin Yakup Bey adıyla anıldığından pek çok kanıtla emindir. Evliya Çelebi’nin üç hayırsever tarafından yaptırtıldığı için üç mihraplıdır dediği caminin belki de en önemli koruyucusu Yakup Bey adlı birisidir. Bu ayrıntıları irdeleyen Münir Aktepe, Hisar camiinin adının bir zamanlar Molla Yakup olduğu saptamasından öteye gidememektedir. Öte yandan İzmir Müzesi eski müdürü Hakkı Gültekin’in düzenlediği bilgi fişlerinde caminin yapım tarihi H 1006/M 1597/98 olarak kabul edimekte ve kurucusu olarak Aydınoğullarından Özdemir oğlu Yakup Bey adı verilmektedir. Aktepe bu bilgiden yola çıkarak Aydınoğulları soyundan üç Yakup Bey bulmuş ancak hiçbiri bu saptamaya uymamıştır. Arap gezgin İbn-i Batuta’ya göre de İzmir’de Şeyh Yakup diye birisinin varlığı 14. yüzyılın başında kesindir, ancak camiyle ilişkisi belli değildir. Görüldüğü gibi Yakup Bey ya da Molla Yakup’un kimliği esaslı bir sorundur ve günümüzdeki Hisar Camisi tanımının öncesindeki az bilinen bir dönemin kişiliğidir.

Bu durumda 1597/98 tarihi kesinlik kazanmasa da İzmir’in Kemeraltı ya da İçliman çevresindeki en eski camii, Hisar Camisi olarak saymak yapının özüne, inşa tekniklerine göre de olasıdır. Bir kere yapıda kullanılmış ganimetler sözkonusudur. Bu İlkçağ mermerleri ilk bakışta dikkati çekmez. Son cemaat yeri yedi kubbe altına alınmış bir mekandır. Burada kemerlerin duvar uçlarındaki yarım sütun başlıkları ile sütunların başlıklarınaki üslup dikkat çekicidir. Bir Roma yapısından devşirilmiş izlenimi verirler. Eski Rumi gelenekte olan bezemeleri aldatıcıdır. Caminin özgün inşaatı sırasında tasarlandıkları kesindir. Kadınlar mahfilinde üstündeki, harime kapıdan girince sağdaki sütunda, alçı dekorasyonu olmaksızın, özgün biçimiyle korunmuş bir başlığın da desteklediği gibi yapının inşasında sütun başlıkları özgün biçimleriyle tasarlanarak yerleştirilmiştir. Son cemaat yerinin sütunları ise İzmir’in ilkçağ yapılarından derlenmedir. Son cemaat yerine ilişkin biçimleniş ana kapı üstündeki küçük balkonun altında yazdığı gibi H 1228/M 1813 tarihlidir. Evliya Çelebi’nin yarı yarıyarıya kurşun ve kiremit olarak gördüğü çatı ise bu tarihten sonra tümüyle kurşunla kaplanmış olmalıdır.

Yapı uzaktan bakınca tek kubbeli bir görünüm taşır. Bunca yüksek bir kubbeyi sütunlara bindirilmiş kemerler düzeni taşımaktadır. Son cemaat yeri duvarı ile kıble duvarı tarafından yanlarda küçük ortada büyük olmak üzere yarım sütunlara yüklenmiş kemerler duvarlara gömülü biçimde yeralırlar. Doğu ve batıdan cami harimini geniş bir görünüme taşımak üzere üçer kemer ve bunların bindiği sütunlar ile mekân düzenlenmiştir. Son cemaat yeri duvarı ve kıble duvarı kemerlerinin yanlarda iki küçük, ortada büyük şemasını tekrarlayan bağımsız sütunlu kesim ile içteki sütünların sayısı altı olarak caminin iç genişliğini artırmıştır. Mihraptaki dört yarım sütun ile kubbe on adet sütun üzerine oturmak üzere tasarlanmıştır. Sütunlu kemerli kurgunun üzerine yüksekçe yapılmış, saçaklıkla geçişi vurgulanmış duvarlardan sonra yapıyı sekizgene, oradan da kubbe kasnağına geçiren iç ayrıntısı görülür. Kubbeye geçiş tonoz bingili ve tonoz bingi araları kemerli bir kubbe kasnağı ile gerçekleşir. Bilindiği gibi kemer düz duvardan daha güvenlidir. Kubbenin yüksekliği gözönüne alınınca kemerlerin kendilerini sıkan, kilitleyen özellikleri yapının orta mekânını güvence altına almıştır. Kemer ve tonoz bingilerin iç kesimlerine konan pencereler yapıyı hafifletir. Ayrıca kemer gerilimi için geleneksel biçimde demir gergiler kullanılmıştır.

Bunca gerilimi korumak için yine de yapının dışına payandalar yerleştirilmiştir. Kıble yönünde payandaların sayısı altı adettir. Doğu ve batıda ise ikişer payanda vardır. Ana kubbenin doğudan ve batıdan eklemlenmiş yan unsurları olan çifte kubbeli mekanlar, iç genişliği artırıcı olarak önem taşırlar. Yan mekanlarda da kemer ve yarım sütun düzeni tekrarlanmıştır. Bu enlemesine yayılım Evliya Çelebi’nin de gözünden kaçmamış ve caminin üç mihraplı olduğundan sözetmiştir. Son cemaat yeri ile ana kubbe arasında bırakılan, şimdi kadınlar mahfilinin yerleştiği enlemesine alana ise yine kemer ve kubbe düzeni ile geçilmiştir. Dıştan bakıldığında, son cemaat yeri, ardından ara mekan kubbeleri ve ana kubbe ile yanlardaki kubbeler kademeli bir görünüm sergilerler. Bu biçimiyle de caminin dış görünümünün Hisarönü yönünden algılanmasının önem taşıdığı anlaşılır.

Son cemaat yerinin biçimlendiği 1813’den sonra, Hisar Camisi, bu kez H 1285/M 1868/69 tarihinde İzmir’de yaşanan bir depremle harap olmuş ve onarılmıştır. Caminin avlu güney kapısı üstündeki H 1287/M 1870 tarihli kitabe bu olayla ilişkilidir;

“Bab-ı behişte misal etmiş bunu dana Ki indi mu’minatda Ka’be-i ziba Teveccüh eyleyen zevat bulur ihsan karibinde Eder rahmet ana elbetde hazret-i Mevla İzmir mütehayyizanından Hacı Mehmed Efendi-zade Müteveffa Hacı Ali Bey eyledi bu babı ihya Eder cümle muradın Hak ihsan anın elbet Ne ziynet verdi Cami’e ne ala ve hem ra’na” (1287)

Mimarisi İtalyan tarzı

12 Ekim 1878 tarihinde başka bir hayırsever Cezayir-i Bahr-i Sefid vilayeti (Akdeniz vilayeti) Alaybeyi İbrahim Bey’in caminin eksikleri için para bağışlaması yeni bir donanma evresidir. Belki de bu dönemde alçı iç dekorasyon tamamlanmıştır. Bilindiği gibi günümüzdeki görünümü İzmir için tipik olan alçı işleri ile donatılıdır. Barok bitki süslerinden oluşan iç dekorasyonun zenginliği yapının en eski evresinden değil son onarım evresindendir. Kadınlar mahfilinin hareketli, gemi kasarasını andıran görünümü ile bu dekorasyon evresinin devamı olduğu söylenebilir. Sözkonusu alçı dekorasyonlar dönem içinde İzmir’in yalnız merkezinde değil taşrasındaki tüm cami kilise ve neredeyse evlerine dek kullanılan belli motiflerdir. Mihrabının üçlü görünümünün sütunlu ve İtalyan tarzı oluşu bile İzmir’e özgü Avrupalı zanaatların etkisindedir.

Kürsü ve minbere gelince alçılarla yarışabilecek mermer oygulara sahip iki sanat eseri yapının derinliğinde durur. Antik bir burma sütun üstüne yerleştirilmiş kürsü daha mütevazi kalsa da minber olağanüstü bir anıttır. Kimi kornişleri gri mermerden yapılmış minberin girişi iki zarif sütunla yapılmıştır. Kafes oygulu korkulukları ise Avrupalı Barok üslupta Rumi kıvrımlardan oluşur ve tam orta noktasında caminin bir tasvirini içerir. Minber kaidesinin kıvrımlı bitki süslerinin arasına kumaşlar ve meyve öbekleri yerleştirilmiştir. Minberin duvara yakın kesimindeki geçit üstündeki kemerde çifte minareli bir cami, sultan camilerine imrenmeyi dile getirir. Belki de İzmir’in Hisar Camisi’nin büyüklüğünün sultan camilerine, selatin camilerine eşdeğer olduğunu hatırlatmak ister.

H 1298/M 1881 depreminin yarattığı zarar ise mühendis Ruko eliyle onarılmıştır. Caminin avlu girişi kapısı üstündeki yazıt bu döneme ilişkin olarak kabul edilirse, muvakkithane üstündeki saat de aynı ibiçimde onarımın bir ürünüdür. Avlu duvarı ve duvara yerleştirilmiş dükkânlar bu son biçimlendirmeyle ilgili gözükmektedir. Bu kesimdeki kütüphane ise günümüze ulaşamamıştır. Seyyid Hacı Ahmed Efendi tarafından yaptırılan bu kütüphaneyi çok sayıda hayırsever kitaplarla donatmıştı. Minarenin ilk onarımı 22 Mayıs 1890 tarihinde İzmir valisi Halil Rıfat Paşa eliyle gerçekleşmiştir. 1927 yılında yaşanan depremde yıkılan bu minarenin yerine İzmir valisi Kazım Paşa çok hızlı biçimde yenisini yaptırmış ve dönemin geleneklerine uyularak minare kaidesi Kütahya çinileri ile süslenmişti. Minare kapısı üzerindeki yazıt “İzmir valisi Mirliva Kazım Paşa zamanında inşa edilmiştir H 1343/M 1927” diyerek bu onarımı anar. Minare 2003 yılında bir depremle yıkılmış ve onarılarak günümüzdeki biçimini kazanmıştır. Öte yandan caminin avlusu Rokoko üslupta karla soğutulan bir küçük şadırvan ile duvara gömülü mermer çeşme ile zenginleştirilmiştir.

Yine caminin uğultulu dış kesimine çıkarsak burada bulunan iki şadırvan dikkat çekicidir. Bunlardan doğuda olanı, eskisi Ahmed Said vakfından yapılmış iken yıkılınca Katipzade İbrahim efendi tarafından H 1293/M 1876 tarihinde yenilenmiştir. Batıda bulunanı ise Bakırcı Hacı Mahmud tarafınan H 130/M 1883 tarinide yaptırtılmıştır. Uğultu ve kalabalıklaşmış, daha çok insan ve tüketim talep eden bu cami önü aslında İzmir’in Kemeraltı camileri için gelenekseldir. Öteki Kemeraltı camileri de küçük birer meydan ve çeşmelere sahiptir. Ancak hiçbirinin yoğunluğu Hisar Camisi önü ile karşılaştırılamaz. İzmir’in odağındaki bu yapı, kentteki en büyük camidir öte yandan. Adında neredeyse kentin tüm hikayesini barındırması gibi bedeninde de kentin tüm geçmişinden artakalan taşları saklamaktadır.

Kaynaklar:

Münir Aktepe, İzmir Yazıları-Camiler, hanlar, Medreseler, Sebiller, hazırlayan Fikret Yılmaz, İzmir Büyükşehir belediyesi Kent kitaplığı, İzmir2003 Hakkı Gültekin, İzmir Tarihi, Ege Turizm Cemiyeti, İzmir 1952

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©