Dağdaki Efes
Yılın her ayı yerli ve yabancı yüzlerce misafire ev sahipliği yapan Şirince’nin sokak araları bugün hala doğal kalabilen yaşantıların en güzel yansıması...
Yemyeşil bir doğayla Rum mimarisinin en güzel fotoğrafı karşımda duruyor. Şirince’nin uzaktan bir tabloyu andıran güzelliğini keşfetmek için yol alırken, farklı ülkelerden gelen turların meraklı bakışlarına takılıyor gözüm. Onlar rehberleri eşliğinde köyün hikâyesine kulak verirken, ben eski isimleri Kırkınca ve Çirkince olan Şirince’nin tarihine öncelik tanıyorum.
Kâgir bir evin bahçesinde, odun ateşinin üzerindeki tencerede pişen yemeğe takılıyor gözüm… “Ne pişiyor acaba?” sorusuna cevap bulmaya çalışırken, kapı açılıyor ve karşımda duran evin hanımından “fasulye” cevabını alıyorum. Modern bir mutfağın ocağında yapılan yemeklere alışkın bir yabancıya, hafif tebessümüyle anlatıyor lezzet farkını…
“Bu devirde nerede kaldı?” dediğiniz anda karşınıza çıkıveren bir detay da olsa, bütünü tasvir edebiliyor aslında köyün kaynayan tenceresi. Yılın her ayı yerli ve yabancı yüzlerce misafire ev sahipliği yapan Şirince’nin sokak araları, bugün hala doğal kalabilen yaşantıların en güzel yansıması…
Çirkince’den Şirince’ye
Eski kaynaklarda “Dağdaki Efes” adıyla anılan köyde, kesin bir ipucu olmasa da Efes kentinin dağılıp limanın Kuşadası’na taşınmasıyla, küçük bir grubun buradan dağa gelmiş olmaları görüşü hâkim. Şirince’nin eskiden Çirkince olarak anılmasının ise köyün varlığını gizlemek için olduğu söyleniyor. Dilden dile günümüze ulaşan hikâyelerden birine göre de, Aydınoğulları Dönemi’nde köye yerleştirilen bir grup Rum, civar köylerin “Yerleştiğiniz yer güzel mi?” sorusuna “Çirkince” şeklinde cevap veriyor ve Çirkince ismi bu şekilde günümüze kadar ulaşıyor.
1780’li yıllarda Osmanlılar tarafından iskân edilen Çirkince’ye, Rumlar yerleştiriliyor ve köy bu dönemde inciriyle ünlü bir merkez haline geliyor. 1924’teki Göçmen Mübadelesiyle Selanik, Kavala ve Provusta’dan gelen Türklerin buraya yerleştirilmesiyle köy yeniden canlanmaya başlıyor. Şirince ismini alışı ise Cumhuriyet’in ilk yıllarında köyü ziyaret eden dönemin İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa’nın “Böyle güzel bir yer Çirkince olamaz; olsa olsa Şirince olur” deyişiyle gerçekleşiyor.
Tarihi dokunun günümüze yansıması
Şirince Köyü’nün meydanındaki çarşı, günün hemen her saati kalabalık bir misafir topluluğunu ağırlıyor. Köylü kadınların hünerli ellerinden çıkan dantel ve örgü ürünlerin yanında, ev yapımı sabunlar, zeytinyağları, doğal sebze ve meyveler, ayrıca birçok hediyelik eşya seçeneğini bir arada sunan çarşı, yörenin en popüler gezinti mekanı. Çarşı girişinden başlayarak Şirince’nin dört bir yanında görebileceğiniz restoranlar da hem dinlenmek hem de başta gözleme olmak üzere yerel lezzetleri tatmak için en iyi mola yerleri. Gezintinizin durakları arasında ilk sırayı şüphesiz köyün adıyla özdeşleşen ev yapımı şarapların satıldığı şarap evleri alıyor. Karaduttan böğürtlene, kavundan çileğe ve mandalinaya kadar birçok meyve özüyle vitrinleri süsleyen şaraplar, tadım etkinlikleriyle önce damaklara, ardından da beğeniye göre satılarak dünyanın dört bir yanına ulaşıyor.
Sokakların gizemi
Keşfetmeyi sevenlerdenseniz, kalabalığı ardınızda bırakarak köyün taş sokaklarını adımlamanız yeterli. Zira Şirince’de gördüğünüz her sokak, yepyeni güzelliklerle karşılıyor sizi. Bunlardan ilki St. Jean Kilisesi. Yorgun yüzüyle selamlasa da konuklarını, zamanın bir yerinden “Ben de varım” der gibi duruyor ayakta. Kilisenin bahçesindeki küçük havuz çevrenin ilgi çeken detaylarından. Atılan bozuk paralar havuzun içindeki küçük delikten içeri girerse tutulan dileklerin gerçek olacağı inancı, tüm konukların tatlı rekabetine yol açıyor. Siz de bir dilek tutup suyun derinliklerine bırakın umutla; ardından kilisenin bahçesinde camı sanata dönüştüren ustayı izleyerek modern zamanlara dönün ve çayınızı yudumlayın Şirince’nin büyülü manzarasında.
Cennetin parçası Kırkınca!
Kilisede başlayan zaman yolculuğunu sürdürmek için en doğru rehber Şirince’nin dar sokakları oluyor yeniden. Tümü kâgir, asma balkonlu ve iki katlı olan eski Rum evleri, Şirince’nin karakteristiği. Kiminin yıpranmış duvarları, kiminin yaşlı sahibi dili oluyor geçmişin ve evlerin her biri farklı bir fotoğraf karesi tadında... Evinin önünde örgü ören bir teyzenin dost selamını, başka bir köy yerlisinin sıcak daveti izliyor. Modern kentlerde çoğumuzun uzak kaldığı doğal yaşantılara imrenirken, karşınıza çıkıveren at, eşek, koyun, keçi, kedi ve köpekler de doğayla iç içe yaşayan köyün sevimli dostları olarak yerini alıyor. 1909 yılında İzmir’in Şirince Köyü’nde doğan Yunan yazar Dido Sotiriyu, “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” isimli kitabında, doğup büyüdüğü toprakları, “Şu yeryüzünde cennet diye bir yer varsa, bizim Kırkınca o cennetin bir parçası olsa gerekir” cümleleriyle anlatıyor. Üzerine fazla söz söylemeye gerek bırakmayan bu cümle rehberiniz olsun; kalabalıktan ve gündelik hayatın modern koşuşturmacalarından uzak, doğanın kucağında bir kaçamak için Şirince’ye çevirin yönünüzü… Köye gelmişken de Çamlık’taki Tren Müzesi, Meryemana, Yediuyurlar, Efes Ören Yeri, Saint Jean Kilisesi, Selçuk Kalesi, İsabey Cami, Artemis Tapınağı ve Selçuk Müzesi’ni görmeden dönmeyin. Bir gün yetmez diyorsanız, köyün birbirinden güzel evlerinde hizmet veren pansiyon ve otellerinde kalabilir, büyüleyici gece görüntüsünün de tadını çıkarabilirsiniz.
Nasıl gidilir?
İzmir otogarından Selçuk’a giden dolmuşlara binerek, yaklaşık bir saat sonra Selçuk otogarına varıyorsunuz. Buradan yarım saate bir kalkan köy dolmuşlarıyla da Şirince’ye ulaşım mümkün. Özel araçla geleceklerin, İzmir-Aydın otobanının Selçuk ayrımından çıkması gerekiyor. Selçuk’a varıldığında Şirince Köyü tabelasının olduğu ayrıma girildikten sekiz kilometre sonrasında köye varılıyor.