Çandarlı çevresinde dolaşırken
Üzerinde oturduğu Antik Pitane Kenti ile Pergamon’un Limanı Elaia’nın günümüze bıraktığı kültürel miras ve Cenevizlilerden kalma eşsiz kalesiyle dikkat çeken Çandarlı, yakın çevresindeki turistik değerler ve Dikili’ye kadar uzanan kıyı şeridindeki eşsiz koylarla da önemli bir çekim merkezi...
Yazı ve Fotoğraflar: İbrahim Fidanoğlu
Çandarlı, kendi adıyla anılan körfezin kıyısında, bugün de diri bir fay hattının Ege Denizi’ne girdiği noktada; güneye doğru bir dil gibi uzanan yarımadanın üzerinde yer alır. Kuzeyinde yaslandığı 725 metre yüksekliğindeki Karadağ aslında bir volkanik kütledir. Türkmenlerin Batı Anadolu’ya yönelik göçlerindeki son noktalardan biri olan Karadağ’ın kuzeye bakan eteklerindeki Merdivenli Köyü’nden patikalarla ulaşılan yaklaşık 550 metre yüksekliğindeki krater ağzından oluşan Karagöl, bölgedeki jeolojik oluşumları kavramak açısından ilginçtir.
Merdivenli Köyü, gezginlere; Çandarlı-Dikili arasında eşsiz koylarla bezenmiş kıyısına kestirmeden ulaşmak açısından bir fırsat da sunar. Merdivenli’den kıvrıla kıvrıla kıyıya doğru inen oldukça virajlı bir yol, sonunda denizin ve tarihin kucaklaştığı Bademli Köyü’ne ulaşır. Rum mübadillerin ve Rumelili Türk muhacirlerin hikâyelerinin birbirine karıştığı Bademli, bugün bir akvaryumu andıran duruluktaki deniz suyunun kalitesi ve ucuz tatil olanaklarıyla bölgede cazip bir sayfiye merkezidir.
Bu coğrafya, jeolojik zamanların bölgeye bıraktığı miras diyebileceğimiz depremsellikler ve doğrudan bununla ilişkili sıcak su kaynaklarının zenginliği açısından oldukça değerlidir. İzmir-Dikili karayolundaki ılıcalar ve jeotermal su kaynaklarıyla beslenen seracılığın son yıllardaki gelişimi, bölge ekonomisi açısından önem taşır. Bu güzergâh boyunca dizili tezgâhlardan çilek, domates, biber, kayısı, şeftali, erik v.b. tarımsal ürünleri tadarak almanın keyfi de bir başkadır.
Bir yandan tam üzerinde oturduğu Antik Pitane Kenti ile körfezin güney yakasında doğal bir liman görünümündeki bir koyun hemen dibinde yer alan Pergamon’un Limanı Elaia’nın günümüze bıraktığı kültürel mirası, ayrıca Ortaçağ’da stratejik şap madeninin ticaretini denetlemek amacıyla bölgede kolonize olan Cenevizlilerden kalma eşsiz kalesiyle Çandarlı, kültürel açıdan bugün de bölgede önemli bir çekim merkezidir.
Bakırçay (Kaikos) Irmağı, Bergama ile Çandarlı arasında doğal bir sınır oluşturur. Çandarlı’yı anakaraya bağlayan kıstağın eski dönemlerde zaman zaman su altında kalması nedeniyle burası adaya dönüşürmüş. Yerleşimin bu kısmı halk arasında herhalde bu nedenle olsa gerek; hala ada ismiyle anılır. Bakırçay, yüzyıllar boyu taşıdığı alüvyonlarla Çandarlı Körfezi’ni bugün de doldurmaya devam eder. Irmağın deltası, bir yandan Kazıkbağları diye anılan ve Bergama Antik Kenti’nin limanı olarak işlev gören Elaia,bir yandan da Pitane arasında Ege Denizi’nin içine doğru ilerleyerek tarihi misyonunu halen sürdürür.
Pergamon’un Limanı Elaia
Elaia, suların bin yıllardır kıvrım kıvrım yeniden kıyıyı çizdiği bir dünyanın ucunda, İlkçağ’daki Teos ve Myrina Limanlarını dışarıda tutarsak; Batı Anadolu’nun neredeyse su üstünde kalabilmiş yegâne mendireğidir. Kentin akropolü diyebileceğimiz bir tepeciğin etrafına yayılmış haldeki o günün izleri, Bakırçay’ın Çandarlı Körfezi’ne kavuştuğu noktada kurulmuş bir kentin topografyasının; tarih boyunca bir yandan depremsellikler, bir yandan da akarsuyun kilometrelerce uzaktan taşıyıp getirdiği alüvyonlu topraklarla körfezin içine doğru durmaksızın sürdürdüğü hareket sonucunda nasıl değiştiğinin bir göstergesi olarak karşımızda durur.
Elaia’nın; M.Ö. 11’inci yüzyılda Orta Yunanistan’dan başlayıp Kuzey Ege üzerinden Bakırçay ve Gediz Vadileri ile sınırlandırılan alan üzerinde yoğunlaşan, ama onunla da sınırlı kalmayıp Midilli - Limni hattındaki bazı adalarda da kolonize olan Aiol göçünden daha önce kurulmuş olduğuna dair destansı gelenekten kaynaklanan savlar bulunur. Kentin; Troya Savaşı dönüşünde bu savaşa 50 parça gemi ile Atinalıların başında katılan “kara kargılı Peteos oğlu Menestheus tarafından kurulduğu” İlyada destanında anlatılır.(1) Bu nedenle de 12 kentten oluşan Aiolis kent birliğineElaia alınmamıştır. Kent, en parlak günlerini Helenistik dönemde Bergama Krallığı’nın kıyıdaki liman kenti olarak işlev gördüğü zamanlarda yaşamıştır.
Coğrafyacı Amasyalı Strabon ise Batı Anadolu’da yer alan kıyıdaki kentleri anlatırken kentin deniz kıyısında bir liman konumuna sahip olduğunu belirtmiştir:
“Pitane’den sonra Kaikos nehrine gelinir. Bu nehir, otuz stadia ötede Elaitikos körfezine dökülür. Kaikos’un karşı kıyısında, nehirden on iki stadia ötede bir Aiol kenti olan Elaia bulunur. Pergamon’dan yüz yirmi stadia uzaklıkta bulunmasından ötürü burası Pergamonluların limanıdır.”
Helen dilinde Elaia, zeytinlik anlamına gelir. Gerçekten de bugün bile çevrenin hâkim bitki örtüsü göz alabildiğine dağlara doğru uzanan dönümlerce zeytin ağacıdır. Meyvesi İlk Çağda ilaç niyetine kullanılan ve kendisinden şifa beklenen ölümsüz zeytin ağacının adının burada bir liman kentine isim olması oldukça dikkat çekicidir. Tarihin yıkıcı etkisi altında sahneden çekilen Elaia’nın yerine ise zeytinin adını bugün, sanki
tarihteki kente nazire olsun diye Kazıkbağları Mevkii’nin hemen üstünde yer alan Zeytindağ beldesi taşımayı sürdürür.
Limanın mendireği dışında, yer üstünde görünür halde bir kalıntı bulunmaz. Bergama yolu üstünde Kazık Bağlarımevkiinde yer alan Sındırgılılar Petrol istasyonunun karşısındaki toprak köy yolundan denize doğru ilerlendiğinde bu mendirek kalıntısına ulaşmak mümkündür. Roma Döneminde bu limana yanaşan mermer taşıyan gemilerin indirdiği mermerlerin Bergama’ya kervanlarla götürülüp, bu mermerlerden Trajan Tapınağı’nın yaptırıldığı bilinir. Antikçağda, Bergama Akropolisi’ne dikilen 12 metre yüksekliğindeki Zeus Sunağı ile Trajan Tapınağı, rivayete göre Çandarlı'dan görülebilirmiş. Özellikle mehtaplı gecelerde beyaz mermerlerden yansıyan ayın ışığı, Çandarlı'ya yaklaşan gemilerin yönlerini bulmasına yardım edermiş.
Geçmişte Elaitikos’un ne denizi ne de ırmağı tekin bulunurmuş aslında. Gemiciler Pitane açıklarından geçmeye çekinirlermiş. Rüzgârlara açık bu suların heybetli dalgaları, eskinin ahşap gemilerinin kaptanlarına korku salarmış. Irmağın şiddeti ise efsanelere konu olmuş.
Söylenceye göre; denizler ve okyanuslar tanrısıPoseidon, oğlu Astros'a tanrılık alanı olarak bugünküBakırçay'ı vermiş. Ama Astros, çayı yöre halkına eziyet etmek için kullanmış. Selin getirdiği felaketlerin yanında her yıl bir kişi, Astros'un çayında boğulurmuş. Bunun üzerine bir daha kimse yanına yaklaşmamış, ismini anmamış bu suyun. Böylece rahatlamışlar bir süre. Ama yazgı ağlarını örmüş sinsice. Zamanında, Pitane’de Kaikos adında soylu ve yiğit bir delikanlı yaşarmış. Bu yiğit, arkadaşı Pindasos ile geyik avına çıkmış günün birinde. Ormanda iz sürmüş ve bir geyiğin peşine düşmüşler. Yayını geren Kaikos, okunu geyiğe atmış ki hayvan o anda sıçrayıvermiş. Ok da hayvanın arkasındaki arkadaşını bulmuş. Kaikos saçını çözmüş ve acı acı ağlamış. Irmağın kenarına çıkıp kendini Bakırçay'a atmış. Çılgın suların sürüklediği ceset sonunda bir ağacın köklerine takılmış. Günler sonra cesedi bulan Pitaneliler, lanet etmişler bu deli çaya. Anısı yaşasın diye de Kaikos'un adını çaya vermişler.
Rüzgarı bol, limanı elverişli
Bugün de bu coğrafyada Aliağa’dan Çandarlı önlerine kadar uzanan bölge, siklon alanlarının kesiştiği bir yer olarak bilinir. Bu durum yöredeki büyük sanayi kuruluşlarının yer seçiminde ve rüzgâr enerjisinden yararlanmak üzere rüzgâr jeneratörlerinin de yoğunlukla kurulduğu bir alan haline gelmesinde etkin bir rol oynamıştır. Geceleri Dikili yönünden Bergama’ya doğru ilerlerken Zeytindağ’ın yukarılarına doğru dikkatle bakılırsa, onlarca jeneratörün kırmızı ışıklarının uzaklardan birer ateş böceği gibi yanıp söndüğünü görebilirsiniz.
İlkçağda Aliağa ve Çandarlı Körfezlerinde esen bu rüzgâr, Aiolos ismi ile anılırmış. Meraklısı için belirtelim; o çağda Çanakkale bölgesinde esen rüzgâra Hellespontes, şimdiki Edremit Körfezi’nde esen rüzgârlara ise Adramittenos adı verilirmiş.
Romalı Vitrivius; Mimarlık Üzerine On Kitap isimli yapıtında antik limanlar üzerine şu yaklaşımlarda bulunmuştur:
“Konumlarında kavis yapan veya içe dönük çıkıntı veya burunlar gibi doğal avantajlar varsa, bu limanlar kuskusuz çok elverişlidir. Bunların etrafında revaklar veya tersaneler inşa edilmeli veya revaklardan iş merkezlerine geçitler yapılmalı, her iki tarafta, makine yardımı ile zincirlerin gerilebileceği kuleler dikilmelidir.”
“Ancak doğal avantajların bulunmadığı, gemileri fırtınalarda korumaya elverişsiz durumlarda şöyle davranmalıyız: Yakınlarda bir nehir yoksa fakat bir tarafta dış liman yapılması olanaklıysa, karşı taraftan duvar veya setlerle ilerleyerek kapalı bir liman oluşturunuz.”
Gerçekten de antik limanın kurulmuş olduğu körfezin uzaydan çekilen fotoğraflarına bakıldığında Vitrivius’un metninin ilk paragrafında tanımlanan doğal liman özelliklerine sahip olduğu hemen anlaşılır. Kuzey – güney yönünde uzanan körfez, gemilerin rahatlıkla sığınabileceği korunaklı doğal bir liman görünümündedir. Yine kuzey – güney yönünde uzanan mendirek temelleri de bu hat boyunca alüvyonlu toprağın üstünde izlenebilir. Yaklaşık 180 metre civarında bir uzunluğa sahip mendireğin andezit kayalardan elde edilmiş taş blokları, kurşun kenetlerle birbirine bağlanmış olmalıdır. Kelebek kanadı şeklindeki taşa oyulmuş kenet yuvaları, mendirek üzerinde denize doğru ilerlerken kolaylıkla fark edilebilir. Bir süre devam eden taştan duvar temelleri, alüvyonlu çamurun içinde kaybolup gider. Liman bölgesinde son yıllarda Bergama Müzesi’ne bağlı olarak Alman arkeologlar tarafından yürütülen yüzey araştırmaları ve jeofizik ölçümler, tahmin edildiğinden daha büyük bir yapılar kümesinin bulunduğu ihtimalini güçlendirmiştir. Bu bölgede çamur içinden ele geçirilen gülleler, limanın askeri önemine işaret eder. Burada yürütülecek daha derin boyutlu kazı ve araştırmalar, Antik Pergamon’un deniz gücü hakkında değerli bilgilere ulaşmamıza yardımcı olacaktır.
Çağların ötesinden bugünkü Çandarlı’ya
Çandarlı Yarımadası’nda zamanın tahribatına direnen birkaç ev ve kule dışında, eskiden günümüze kalan tek yapı Çandarlı Kalesi’dir. Zamanın güçlü elleri, sadece kaleyi yerinden oynatamamış durumdadır. Yakın zamanlarda uzun süren bir restorasyon süreci geçiren kale; Cumhuriyet Döneminde, bazı eski Türk filmlerine de doğal plato görevi görmüştür. Cenevizlilerin yaptığı kale, beş burcuyla yarımadanın ortasında sapasağlam göğe uzanır. Kalenin kapısında II.Mahmud’un tuğrası yer alır ve kalenin son aldığı biçiminin tanıklığını yapar. Kargaşalardan ve eşkıya saldırılarından yorulmuş bu topraklara huzur ve düzen getirmeyi amaçlayan Padişah II. Mahmud, hapishane olarak kullanma düşüncesiyle kalenin yeniden onarımını yaptırmıştır.
Çandarlı Kalesi’nin kapısı orijinaldir. Kapının arkasındaki küçük avlunun duvarlarında yer alan alttan üç dört sıra düzgün yontulmuş taşlar, burada bir ilk çağ yapısının olduğuna işaret etmektedir. Bu yapının bir ilk çağ kalesi ya da agora duvarı olabileceğine dair yaklaşımlar bulunur. Kale, bu ilk çağ duvarlarının üstüne, Yeni Foça’yı kuran ve buradaki şap madenlerini işleten Andreola Domenico Cattaneo adlı Cenevizli bir reisin adamları tarafından körfezin güvenliği için 13’üncü yüzyılda inşa ettirilmiştir. O dönemde Yeni Foça’da Kozbeyli’nin arkasındaki Şap Dağı’ndan şap elde ediliyordu. Şap, o zamanlar dokumacılıkta boya sabitleyici olarak kullanılan stratejik bir madendi. Bu yatakları kontrol edenlerin sahip olduğu güç emsalsizdi. Ancak; zamanla gelişen kimya teknolojisi sayesinde, şapın günümüzde artık herhangi bir ekonomik değeri kalmadı.
Cenevizlilerin Çandarlı-Dikili havalisinde bıraktığı izlerden birisi de Denizköy açıklarında Corciyo Adası ya da Büyük Ada olarak bilinen ada üzerindeki savunma kulesidir. Çandarlı’dan Dikili’ye doğru sahil boyunca ilerleyen yolun Denizköy’ün üst düzlemindeki bir noktasından kolaylıkla izlenebilen kule, Ortaçağ’da Sakız ve Psara adaları arasındaki deniz trafiğini denetlemek açısından benzersiz bir konuma sahipti. Şimdilerde balık çiftlikleriyle çevrilmiş adanın artık böyle bir kaygısı olmasa gerek…
Yeri gelmişken Denizköy’den de söz etmesek olmaz. Denizköy, Çandarlı-Dikili sahil yolu üzerinde masmavi bir denizin kıyısında konumlanmış şirin bir balıkçı köyü eskisidir aslında. Son yıllarda yazlıkçı akını ile büyük ölçüde bu özelliğini yitirse de yine de benzersiz kumsalı ve tertemiz plajıyla kafa dinlenecek bir destinasyon noktası olarak kabul edilmelidir. Köy; biri eski iki köy camisi, yukarı düzlemdeki karayoluna kadar genişleyen bir emlak hacmi ve kıyıdaki salaş kahvehaneleriyle güzel bir uğrak yeri olma hüviyetini halen korur.
Çandarlı’nın tarihindeki önemli olaylardan biri de 1822 yılında adalardan gelen Rum çeteleri tarafından gerçekleştirilenÇandarlı Baskını’dır. Yunanistan’ın Osmanlı’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte Yunanistan yönetimi dışında kalan ve Rum ahalinin yaşadığı Mora, Girit ve diğer Ege adalarında da Osmanlı yönetimi’e karşı huzursuzluklar ve ayaklanmalar başlar. İşte böyle bir politik iklimde; 1822 yılında Sakız, Sisam ve Psara (İpsala) adalarından kalkan korsan gemileri, gece yarısı Çandarlı’yı basarlar. Gece yarısı gerçekleşen bu baskın sırasında Rum çeteleri, çoluk çocuk ayırımı yapmaksızın evlere saldırıp her şeyi talan ederler. Sadece Çandarlı Kalesi, zamanın Çandarlı VoyvodasıKırantaoğlu Mehmet Ağa’nın Kulesi (şimdiki çarşıdaki caminin arka yönünde yer alıyordu) ve Ziynet Hoca Kulesi (yok olmuş) gibi savunmaya elverişli yerlerden piştovlarla karşı konulur. Rum haydutlar, kaledeki şiddetli direnişi kırmak için kalenin dibindeki Taşlı Cami’yi ateşe verirler. Daha sonra ele geçirdikleri esirleri gemilere sürüklerler, direnenleri ise öldürürler.
Bu baskın sonrası Çandarlı içine kapanmış ve silik bir sahil kasabası haline dönüşmüştür. Bugün yarımadada burun ucuna doğru sahilde ilerlerken dış cephesi bordo – kahverengi andezit taşlarla örülmüş; giriş kapısının üstünde 1859 tarihini taşıyan kule tipi eski bir ev, bu baskın sonrası korku ve dehşetin izlerini taşıyan bir mimari anlayışı sergiler. Bir kule ev görünümünde olan yapının iç içe kemerlerle güçlendirilmiş kapısı, demir malzeme ile yangın gibi dış tehlikelere karşı zamanında sağlamlaştırılmıştır.
Koçanlı Konağı olarak bilinen ve son yıllarda geçirdiği kapsamlı restorasyon sonrası; içinde bulunduğu harap halden kurtarılan binanın alt katında sadece birer pencere bulunur. Genelde kule evlerin alt katlarının savunma amacıyla sahip olduğu sağır görünüm bu evde de mevcuttur. Bütün pencerelerdeki güçlü demir parmaklıklar eve bir hapishane görünümünü verir. Üst katta, yan sokağa paralel duvarda yer alan en arkadaki pencerenin demir parmaklığı, eve önden yaklaşanı arkadan tehlikesizce görebilmek amacıyla diğerlerinden farklı olarak sokağa doğru sanki bir cumba gibi çıkma yapmıştır. Bu da, dışarıdan beklenen saldırı korkusunun evin tasarımında ne kadar etkili olduğunun göstergesidir.
Modern Çandarlı; bugün demografik açıdan; Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki çalkantılı zamanların izi olarak Girit’ten ve Rumeli’den göçenlerle, göçerlikten yerleşik hayata zorlanarak iskân edilen Türkmenlerin torunlarının bir kompozisyonundan oluşur. Acılı göç hikâyeleri ve İmparatorluğun çöküş sürecinin taşraya yansıyan etkileri ile Çandarlı bugüne ulaşabilmiştir. Bugün, artık sakin bir sahil kasabası olmasının ötesinde Çandarlı’nın antik dönemlere uzanan geçmiş birikimleri, Dikili’ye doğru uzanan kıyılarda süregelen yazlıkçı sitelerinin istilası ile giderek artan bir tehdit altındadır.