Süleyman Saim Tekcan

Türk sanatında, sanatsal üretiminin yanı sıra eğitimci kimliğiyle de oldukça önemli bir yere sahip olan Süleyman Saim Tekcan, Ege Art Sanat Günleri kapsamında gerçekleştirilen Retrospektif sergisiyle İzmir'deydi

Röportaj: Onur Şan

Prof. Dr. Süleyman Saim Tekcan, ülkemizde özgün baskı resim denince ilk akla gelen isim. Sanatsal üretimi ve eğitimciliğinin yanı sıra Türkiye'de özgün baskı resmin gelişimine sağladığı katkılarla ve bu sanat dalında yakaladığı özgün sanat anlayışı ile ayrıcalıklı bir yere sahip. Öyle ki, Tekcan'ın geliştirdiği 'yaş üstüne yaş baskı' yöntemi uluslararası literatürde kendi adıyla anılıyor.

Türk sanatında öncü karakteriyle büyük açılımlar yaratan Süleyman Saim Tekcan'ın yapıtlarında kullandığı At imgeleri, onu dünya çapında bir çizgiye taşıyan karakteristik özellikleriyle öne çıkıyor. Tekcan'ın Anadolu uygarlıklarından esinlenerek oluşturduğu figüratif ve folklorik çalışmalar, yağlıboya, gravür ve heykeller, Türk Sanatının en özgün yapıtları arasında yer alıyor.

Uzun yıllar Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığı yapan, yine birçok üniversitede kurucu dekanlık görevini üstlenen Tekcan, Türkiye'de Güzel Sanatlar Liseleri'nin yapılanmasında da önemli bir rol oynadı. 2004 yılında Türkiye’nin ilk ve tek grafik sanatlar müzesi olan İMOGA’yı kurarak Türk Resim Sanatına önemli katkılar sağladı. Türkiye’den ve dünyadan birçok sanatçı, Tekcan’ın atölye olarak da kullandığı İMOGA’da sanat eserleri üretmeye ve müzeye eserler kazandırmaya devam ediyor.

Süleyman Saim Tekcan, 22 Mart - 30 Nisan tarihleri arasında, Ege Art Sanat Günleri kapsamında gerçekleştirdiği Retrospektif sergisiyle İzmir'deydi. Sanatçıyla sergi açılışı öncesi buluştuk ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

- Sanatçı ve eğitimci kimliğinizle Türk sanatında önemli bir yere sahipsiniz. Sanatla ilk temasınız nasıl gerçekleşti?

Tekcan: Her şeyin öncesinde ben bir sanat eğitimcisiyim, daha sonra da bir sanatçıyım. Aslına bakarsanız hiçbir sanatçı sanatla ilk temasını nasıl kurduğunu tam olarak söyleyemez. Tüm sanatçılarda mutlaka çocukluk yıllarında oyunla başlayan bir süreç vardır. Çocukken, mahallemizde arkadaşlarla birlikte yaptığımız çocuksu oyunların içerisinde çamurla oynamak, çamurdan çeşitli heykeller yapmak vardı. Belki de oradan başlayan bir serüvendir bu. Ancak, asıl süreç eğitimle başlıyor. Sanat yapmak için düşünce çağında olmak gerekiyor, çünkü sanat düşünceyle başlıyor. Bu noktada, lise yıllarımda çok önemli hocalardan eğitim almış olmamım etkisi büyük. O hocalar sanatı, sanat tarihini, felsefeyi ve düşünmeyi öğrettiler. O zamanlar liselerde sanat dersleri vardı ve bu dersler bize farklı bir boyutta bakmayı öğretti.

 

- Türkiye’de, sanat eğitimine çok büyük katkılarınız oldu. Bir sanat eğitimcisi olarak ülkemizdeki sanat okullarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tekcan: Gazi Eğitim Enstitüsü'nün eğitiminin çok üst düzeyde olduğunu biliyorum. Her şeyiyle değerlendirdiğim zaman iyi bir eğitim aldığımı düşünüyorum. Atatürk’ün çok değer verdiği bir kurumdu orası ve çok iyi hocalar vardı. Daha sonra İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'nün kurucu hocası oldum. Orada kurduğum atölyelerde, Eğitim Fakültelerinde Resim Öğretmeni olarak yetişen öğrenciler için önemli teknikler oluşturdum. Mimar Sinan Üniversitesi'nde uzun süre hocalık ve dekanlık yaptım. Yeditepe Üniversitesi ve Işık Üniversitesi'nde kurucu dekanlık yaptım. Bugün Türkiye’de yüze yakın Güzel Sanatlar Lisesi mevcut. O liselerin kuruluş projelerini hazırladım. Sanat eğitiminin gereken yaşta başlaması için çok emek sarf ettim. Tüm bunlar, sanatçı kimliğimden ziyade sanat eğitmeni olduğumun bir göstergesidir.

 

- Bir de İMOGA var?

Tekcan: İstanbul Museum of Graphic Arts (İMOGA), yani İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi. Bu müze dünya çapında önemli bir yere sahip. Müzeler, insanların sanatla ilişkilerini canlı tutan önemli yapılardır. Eğitimin önemli parçalarından biri de müzelerdir. İMOGA'yı her yıl 30-40 bin kişi ziyaret ediyor. Müzemize anaokulundan, ilkokuldan, liselerden, üniversitelerden her yaştan ve her kesimden insan geliyor.

İMOGA, 13 yıl önce kuruldu ve mimari yapısı ile Türkiye’de çağdaş müze binası olarak inşa edilen ilk yapı olma özelliğini taşıyor. 3 bin m² kapalı bir alana sahip olan müzede, Türk sanatının bütün eserleri, dünyanın 100 ülkesinden önemli grafik sanatçılarının eserleri sergileniyor.

 

- Hocam, sizin bulmuş olduğunuz bir baskı tekniği var. Bu teknikten biraz bahsedebilir misiniz?

Tekcan: Bu yöntem, serigrafide kullandığım, elek baskı yöntemi içerisinde geliştirdiğim bir baskı tekniği.  Baskıda, renkler teker teker basılarak resim oluşturulur; oysa ben dört-beş rengi aynı anda kullanarak, onları boyalar kurumadan üst üste basarak bu tekniği geliştirdim. Bu teknik şu anda benim adımla anılıyor ve dünyada sanat öğrencilerine bu adla öğretiliyor. Diğer gravürlerde de kendime has teknikler kullanıyorum. Bu gravürler dünyanın birçok yerine ulaştı. Uluslararası sergilerde yer aldı ve bana çok sayıda ödül kazandırdı. Dünyanın birçok üniversitesinde bu tekniği öğretmek üzere workshoplar düzenledim. Bunlar bir sanat eğitimcisi olarak sanata yaptığım önemli katkılardır diye düşünüyorum.

 

- Bu sergide daha çok hangi dönemlerinizden eserler bulunuyor?

Tekcan: Burada değişik dönemlere ait desenler, yağlı boya resimleri, gravürler, heykeller var. Bunları yedi- sekiz dönemde toplayabiliriz. Tüm bu eserler 53 yıllık sanat hayatımın bir serüveni niteliğinde. Örneğin burada gördüğünüz heykel ve resimler Hitit Güneşi’nden geliyor. Daha çağdaş yorumlarla bugüne ait güneş burçları. Ancak ben bunlara idoller diyorum. İdoller adında yaptığım bir seri bu. Objeler ismini verdiğim diğer bir seri ise yerel halk oyunlarımızı, otantik danslarımızı konu alıyor. Başka bir dönemde ise anne ve çocukları, annelerin çocuklarıyla olan ilişkilerini eserlere taşıdım.

"At" konulu çalışmalarım ise son 20 yılımı kapsayan bir dönem. Bu yirmi yıl içerisinde belki bin, belki iki bin kadar desen çizdim. Bu desenlerle birlikte birçok gravür, heykel ve yağlıboya çalışması yaptım. At'ı gözlemleyerek çizdiğim bu desenler daha sonra kendi kimliğini oluşturdu. Bu bir retrospektif sergi ve bu serginin en büyük temasını atlar oluşturuyor.

 

- Atlar sizin için neden bu kadar önemli?

Tekcan: Bu beni oldukça ilgilendiren bir konu. Atlar, sadece beni değil, ortaçağdan, hatta ilkçağdan itibaren birçok insanı etkilemiş. Biz Orta Asya’dan at sırtında geldik ve bir imparatorluk kurduk. Birçok imparatorluk yine at üzerinde kuruldu. Çin imparatoru, Terrakotta askerlerinin ve komutanlarının bire bir heykellerini yaptırırken atları da ihmal etmedi. Bugün belki at ile iç içe değiliz, ancak araç kullanırken bile kaç beygir gücünde olduğunu soruyoruz. At günümüzde hala gücü simgeleyen bir varlık olmaya devam ediyor.

Ama genel yapısı itibariyle benim tüm eserlerimde Anadolu topraklarının kokusu vardır diyebiliriz. Bu Türkiye’de yaşayan tüm sanatçılar için de büyük bir şanstır aslında. Çünkü, Hitit’ten Osmanlı’ya kadar Anadolu topraklarındaki bütün uygarlıklar sanatımızı etkilemiş, o uygarlıklardan bizlere ulaşan görsel şölen bir şekilde sanatımızla buluşmuştur.

 

- Önümüzdeki günlerde başka sergi projeleriniz var mı?

Tekcan: Elbette... İstanbul’daki 50. yıl sergim büyük bir sergi olarak açıldı. Yine İstanbul’da Tophane-i Amire‘de bir sergim olacak önümüzdeki yıllarda. Bir büyük sergi de Ankara’da Cermodern’de açmak istiyorum. Zaten kendi müzemde insanlarla ilişkilerimi sürdürüyorum. Eserlerimi görmeye gelenler beni orada bulabiliyorlar.

 

- İzmir’in kültür-sanat yaşantısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tekcan: İzmir’e çok eski yıllardan beri geliyorum. Vakko Sanat Galerisi, İzmir‘de çok önemli bir galeriydi. Eski yıllarda üç beş sergi yaptığımı hatırlıyorum ve ilgi de oldukça büyüktü. Fakat zamanla İzmir’deki galeriler azaldı. Resme olan ilgi de azaldı diye düşünüyorum. Ancak, Ege Üniversitesi'nin gerçekleştirdiği Ege Art Sanat Günleri ile bir başka boyut kazandı İzmir. Ege Üniversitesi'ni her yerde örnek kurum olarak gösteriyorum. Diliyorum ki, bütün üniversiteler Ege Art Sanat Günleri gibi faaliyetler yaparak insanları eğitim içerisinde sanatla buluştursunlar.

 

- Sizin bir de sinema geçmişiniz var. Kısaca ondan bahsedebilir misiniz?

Tekcan: 1960‘lı yıllarda sinema ve tiyatro benim ilgi alanımdı. Çünkü sanat bir bütün ve farklı sanatların içerisinde gezindiğinizde algılama gücünüz bir şekilde gelişiyor. Tiyatro yaparken, dostlarım ittiler bu işe beni. Ses mecmuası yarışmasında ikinci oldum ve birçok film teklifi aldım. 1965 yılında Metin Erksan'ın yönettiği "Sevmek Zamanı" filminde oynadım. O film Türk sinemasının başyapıtlarından biridir. O filmde oynamak benim için bir şanstı ve bunun gibi birkaç filmde daha oynadım. Sevmek Zamanı filminin geçenlerde İstanbul’da 50. yıl galası yapıldı. O filmin galasında yaşayanlardan bir tek ben vardım. Metin Erksan öldü, Müşfik Kenter maalesef aramızda yok. O film, 50 yıl içerisinde her yıl yapılan sinema filmleri arasında ilk ona giriyor. Böyle bir filmde baş oyunculardan biri olmak gibi bir şans elde ettim.

 

- Oyunculuğa devam edebilir miydiniz?

Tekcan: Edebilirdim, fakat şimdi iyi ki bu kararı vermişim ve kariyer yapmışım diye düşünüyorum. Sinemada böyle bir macera yaşamış olmaktan memnunum. Belki sinemada kalsaydım daha çok tanınacaktım, ancak bugün sanatçı olarak, bir ressam olarak, bir sanat eğitimcisi olarak iyi bir yerde olduğumu düşünüyorum. Binlerce öğrenci yetiştirdim. Bugün birçok öğrencim üniversitelerde profesörlük yapıyor. Bundan mutluluk duyuyorum.

 

- Genç sanatçılara ne gibi öğütler vermek istersiniz?

Tekcan: Sanat uzun bir maraton. Sabırlı olmayı ve sürekli çalışmayı öneriyorum. Öyle bir iki yılda bir yerlere gelmek mümkün değil. Sanat bir ömür boyu sürüyor. Leonardo da Vinci’nin çok önemli bir sözü vardır. Hasta yatağında ölürken diyor ki; “ Ben tam resim yapmayı öğrendim, şimdi ise ölüyorum.“ Yani devamlı çalışmak ve bir şeyler katmak gerekiyor yaşamak için.

 

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©