Bedri Baykam Kordon’da
Türkiye’nin en önemli sanatçılarından biri olan ve geçtiğimiz aylarda Dünya Sanat Birlikleri (UNESCO-IAA/AIAP) Başkanı seçilen Bedri Baykam, ‘Kordon’da’ isimli sergisiyle İzmir’deydi
Interview:Onur Şan
Yurtiçi ve yurtdışında çeşitli müze ve koleksiyonlarda çok sayıda eseri bulunan Bedri Baykam, ‘Kordon’da’ isimli sergisiyle İzmirli sanatseverlerle buluştu. UNESCO'ya bağlı Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği'nin kurucularından olan ve halen bu örgütün Türkiye Ulusal Komitesi Başkanlığını yürüten sanatçı, geçtiğimiz Ekim ayında Çek Cumhuriyeti'nde yapılan küresel zirvede dört yıllığına Dünya Sanat Birlikleri Başkanı seçildi.
İki yaşında resim yapmaya başlayan ve 60'lı yıllardan itibaren eserleri dünyanın birçok yerinde sergilenen Bedri Baykam, 80'li yıllarda başlayan uluslararası Yeni Dışavurumculuk Akımı'nın öncülerinden biri. O yıllardan itibaren standart hale getirdiği büyük boy eserlerinde politika ve erotizmi çağdaş sanat ortamına taşıyan sanatçı, son yıllarda tüm dünyada büyük ilgi gören dijital ve boyasal saydam katmanlar üzerine dört boyutlu (4D) işler üretiyor.
Bugüne kadar yarısı uluslararası olmak üzere 134 kişisel sergi açan Bedri Baykam’la 135. sergisinde Kordon’da buluştuk.
- “Kordon’da” isimli serginizle İzmir’desiniz. İzmir ve İzmirlilerin sanatla olan ilişkisi hakkında neler söyleyeceksiniz?
Baykam: İzmir çok güzel bir kent, aydın bir kent, insanları güzel, havası güzel. Ancak İzmir gibi aydın bir yörenin sanatla daha çok iç içe olması gerekiyor. İzmirliler sanatı biraz daha hayatlarına sokmalı. Bu dönüşümü bekliyoruz İzmir’den. Bu dönüşümü tetiklemek için buradayız.
- Peki ülkemizdeki sanat ortamını ve sanat tüketicilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Baykam: Ülkemizde sanat daha çok özel tüketicilerin verdiği oksijen oranında yapılabiliyor. Sanat eserleri özel kolleksiyonlara girdiği müddetçe sanatçılara varolma sigortası veriyor. Bunlardan daha önemlisi İstanbul Türkiye’deki sanat ortamının % 85-90’ını temsil ediyor. Bu normal bir durum değil. Örneğin New York Amerika’da sanat ortamında çok etkilidir, bu konuda adeta kanun koyucudur. Ancak yine de Amerikan sanatının % 35-40’ını taşır. Çünkü Chicago, San Fransisco, Los Angeles gibi şehirler de bu konuda etkilidir. Mesela Paris, çok belirleyicidir bu konuda. Ancak Lyon, Bordeux, Cannes ve Nice gibi başka birçok kent vardır çağdaş sanatın yapıldığı, sergilendiği ve satıldığı. Dünyanın her yerinde belirli bir merkez öne çıksa bile sanat ülke geneline yayılmıştır. O merkeze en fazla % 50’yi bırakırsınız. İstanbul’da olduğu gibi % 90’ı kapsamaz. Dolayısıyla çağdaş dünya sanatı tüm ülke genelinde görülmeli. İzmirliler biliyorum ki Türkiye’de çağdaş sanatçıların olmasını istiyorlar, biliyorum ki buna kayıtsız değiller. Ancak İstanbul da olmasa bu ülkede sanat denilen birşey kalmayacak. Bunun farkındalar mı bilmiyorum?
- Türkiye’nin en önemli sanatçılarından birisiniz. Sanatla dolu yaşamınız boyunca geçmişten günümüze nasıl bir evrim geçirdiniz?
Baykam: Çocukluğumda yaptığım işleri duymuşsunuzdur. 60’lı yıllarda, çocukluk yıllarımdan itibaren yaptığım kızılderili-kovboy, savaş vb. resimler dünyanın birçok yerinde sergilendi. 1975-1980 yılları arasında Paris’teydim. 1980-1987 arasında ise Amerika’da yaşadım. O yıllarda yaptığım resimler Türkiye’nin hiç alışık olmadığı resimlerdi. 1987 yılında Türkiye’ye döndüğümde yeni dışavurumculuk dediğimiz, büyük ebatta, ağır boyalı, figüratif, üzerine yazı da yerleştirdiğim, kolaj yaptığım, tuval yüzeyini son derece özgür kullandığım ve bu ülkede sanat yapma mantığını a’dan z’ye değiştiren bir sanat anlayışını getirdim. Yapıtlarım içerisinde gerçeküstücülük de bulunuyor, dışavurumculuk da, pop sanat öğeleri de. Belki ileride bir retrospektif sergi açtığımda bunların birbirleriyle olan ilişkisi daha net ortaya çıkacak. Hangisi hangisine yol açtı, hangisi diğerine dur dedi bu dönemleri izleyebilecek insanlar. Zaten bunun anlaşılması için birçok yayın çıkarıyorum, kitaplar yazıyorum. Mesela iki ay sonra eleştirmenlerin yıllarca benim hakkımda yazdıkları yazılar üzerine bir kitap çıkacak. O kitap, dünyadaki ve Türkiye’deki eleştirmenler Bedri Baykam’ı nasıl gördüler, nasıl okudular bunu ortaya koyacak. Belki beni çok tanıdığını zanneden insanlar bile o kitabı okurken çok daha kapsamlı ve derin bir algı keşfedecekler.
- Eserlerinizi daha çok büyük tuvaller üzerine yapıyorsunuz. Bunun özel bir nedeni var mı?
Baykam: Ben istediğim kurguyu ve dünyayı en iyi o boyutta yaratıyorum. Kimi zaman spontane gelişen, nereye gideceği bilinmeyen varoluşçu işler ortaya çıkıyor. Kimi zaman tam tersine bilinçli bir şekilde çalışacağınız konuyu ve tekniği belirleyerek ilerliyorsunuz. Fakat orada da bir üçüncü yol her zaman karşınıza çıkıyor. Kafanıza koyduğunuz resmi yapmak için yola çıkmışken farklı yollara sapabiliyorsunuz. Resim yaparken dikkatinizi dağıtan ve sizi başka yere çeken bir yenilik gördüğünüzde mutlaka o kapıyı aralamalı ve oraya bakmalısınız. Daha sonra tekrar geri döndüğünüzde aynı noktayı bulamazsınız.
Ben hep aynı sanat tarzını tekrarlayabilir, sadece beğenilen işlerin değişik prodüksiyonlarıyla işin sadece ticaretini yapabilirdim. Fakat, adeta bir labirent içerisinde yeni yollar açarak, yeni tepkiler oluşturarak ilerledim. Örneğin yaptığım dört boyutlu derinlikli işler. Onlar durup dururken ortaya çıkmadı. Yıllarca kolaj yaptım, yıllarca boyasal saydamlıklar üzerine, fotoğraf ve malzeme saydamlıkları üzerine çalıştım. Tüm bunlar sonucunda onları “lenticular” bir şekilde madde üzerine uyguladım. Bu bir tesadüf değil, yıllar süren çalışmaların bir sonucu. Hepsi birbirinin birikimi. O yüzden burada değişik dönemlerimin örnekleri yer alıyor.
- Eserlerinizi incelerken nasıl bir yol izlenmeli?
Baykam: Sanatseverlerin bir eleştirmen gözüyle kapsamlı bir şekilde esere bakamaması normal. Bu gayet anlaşılır birşey. Ancak yaşadığımız çağın insanı bir eleştirmen olmadan da bu sergiyi gezebilir ve ben şu resmi beğendim diyebilir. Izleyicinin onu izlerken kendisinde birşeyleri adım adım keşfetmesi ve bazı duvarlarını yıkarak bazı ezberlerini bozması lazım. Bunu yapabilirse eğer bir exper olmadan da eseri çözümleyebilir. Örneğin, ‘İçim Parçalanıyor’ adlı çalışma, Türkiye’de Ergenekon sürecinde yaşanan siyasi tıkanmayı anlatıyor. Resimlerdeki aynalar izleyiciye sen de bu işin bir parçasısın, sen de bu resmin içindesin, bundan kendini soyutlayamazsın mesajını veriyor.
- Geçtiğimiz aylarda Dünya Sanat Birlikleri (UNESCO-IAA/AIAP) Başkanlığına getirildiniz. Sanatçılarla aranızda nasıl bir dayanışma ağı var?
Baykam: Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin (UPSD) on yıldır Türkiye başkanıyım. Üç aydır da Unesco’ya bağlı olan ve merkezi Paris’te bulunan Uluslararası Sanat Birlikleri Dünya Başkanlığını yürütüyorum. Dolayısıyla çok sayıda sanatçıyla temas halindeyim. Her kuşaktan sanatçıyla iletişim içerisindeyim. Bunun yanı sıra ülkemizdeki sanatçılar girişimini kuran birkaç kişiden biriyim. Sanatçılarla kaçınılmaz olarak doğal bir birlikteliğim ve dayanışma beraberliğim var.
Bir sanatçının illa siyasi işler yapması gerekmiyor. Ama demokrasinin, özgürlüklerin, basın özgürlüğünün korunması için tetikte olması şart. İsterse yalnızca soyut resim yapsın, isterse sadece aşk şiiri yazsın farketmez. Bir sanatçı inandıklarını söylemekten çekinmemeli, korkusuz ve cesur olmalı.