KARŞIYAKA ÜSTÜNDE İZMİR’İN İLERİ KARAKOLLARI

İzmir’in eski zamanlarda kalmış tarihi, Yamanlar Dağı’nın arka dünyasında başka hikâyelerin ve yaşam izlerinin olduğunu anlatır...

Bugün dar bir şeritle İzmir’e doğru bağlanan Karşıyaka düzlüğü, jeolojik zamanlarda volkanik bir oluşum olan Yamanlar Dağı’nın volkanik tüf örtüsünün giderek ufalanması ve kuzey-güney ekseninde dağın güneye bakan eteklerine doğru akan derelerin aşındırmasıyla oluşmuş bir yapıya sahiptir. Modern Karşıyaka, bugün 19’uncu yüzyıldan başlayarak denizden kazanılan dolgu alanlarla da beslenen bu topografya üzerinde konumlanmıştır. Yakın geçmişte kendisinden koparılan Çiğli ve Bayraklı ilçelerinin sınırları arasına sıkışmış ve arkasında yükselen Yamanlar Dağı’nın doğal sınırlarıyla da kuşatılmış şehir, iç göç hareketleriyle oluşan nüfus baskısını üzerinde fazlasıyla hissetmektedir. Bu mevcut verili durumda; Karşıyaka bir anlamda kabına sığamaz bir şekilde, ister istemez 19’uncu Türk nüfusunun yaşadığı bugünkü Soğukkuyu ve Serinkuyu havalisinden başlayarak dere yatakları boyunca Yamanlar Dağı’nın eteklerine doğru uzanan bir genişleme eğilimi göstermektedir. Oysa İzmir’in eski zamanlarda kalmış tarihi, bu bölgenin arka dünyasında başka hikâyelerin ve yaşam izlerinin olduğunu anlatmaktadır. Bu yazının konusu bu izlere ve hayatlara dairdir...

Palaia Smyrna 

M.Ö. 11’inci yüzyıldan itibaren Orta Yunanistan’dan Trakya ve Boğazlar yoluyla Batı Anadolu’ya geçen, daha çok hayvancılık ve tarımla geçimlerini sağlayan Aiollerin, bugünkü Bayraklı Tepekule’de Bornova Çayı’nın hemen kıyısında kentleşme çabaları, Palaia Smyrna’da yeni bir dönemin başlangıcı sayılır. Bölgede yürütülen arkeolojik kazılardan elde edilen bilgiler çerçevesinde, Tepekule’deki yaşamın günümüzden 5 bin yıl öncesine ulaştığı anlaşılıyor. Son yıllarda İzmir-Aydın Otoyolu kıyısında yer alan Yeşilova Höyüğü’nde Yrd. Doç. Zafer Derin’in yürüttüğü kazılardan elde edilen bulgular ise, İzmir’in tarihini günümüzden 8 bin 500 yıl öncesine götürüyor. Yine Zafer Derin Hoca’nın bugünkü Homeros Vadisi’nin üst düzleminde yer alan ve Bornova Çayı’nın belki de içinden çıktığı İkiz Göller civarında; talandan kurtarılmak üzere tescil ettirdiği Prehistorik höyük de Yeşilova Höyüğü’nden daha genç bir yerleşimi işaret ediyor. Kimi araştırmacılar da, efsanevi Kral Tantalos’un kenti Tantalis’in de aynı bölgede yer aldığını belirtiyorlar. Kim ne derse desin; bir gerçek var ki, Yamanlar Dağı’nın eteklerinde uzanan bu coğrafya İzmir’in kadim tarihi ile son derece ilişkili bir alanı işaret ediyor.

Tepekule’deki Eski İzmir, kendisi için travma niteliğinde üç büyük saldırı ile karşı karşıya kalır. M.Ö. 650’lerde Kimmerler, M.Ö. 600 yıllarında Alyattes komutasında Lidyalılar ve en son M.Ö. 546’da Persler, İzmir’e saldırırlar. Kenti talan etmeye yönelik Kimmerler’in saldırısından sonra büyük bir kaygıya kapılan Smyrna kentinin çevresi, bugün kazılarla bazı parçaları gün yüzüne çıkarılmış olan surlarla çevrilir. Bu ve daha sonraki dönemlerde kenti saran bu korkular, kentin arka dünyası Yamanlar üzerinden gelebilecek yeni baskın ve saldırılara karşı, küçük kaleler ve gözetleme kuleleri ile karşı koymaya ve saldırıları önceden haber alarak savuşturmaya çalışır.

Kentin Pers saldırısı sonrasında yakılıp yıkılması ve talan edilmesi, İlkçağ’da Batı Anadolu’nun kıyısında bütün yağmacıların iştahını kabartacak ölçüde ticaretle zenginleşen ekonomisinin bir anda sönüp yok olmasına ve Büyük İskender’in M.Ö. 333’de Anadolu Seferi sırasında bölgeye uğramasına dek büyük bir sessizliğe gömülmesine yol açacaktır. Bugün Yamanlar Dağı’nın güney ve kuzey yüzünde yer alan küçük yerleşimlerin izleri, bize belki de o büyük sessizliğin şifrelerini sunmaktadır. Bugünkü Doğançay’ın üstünde; Kocabahçe diye bilinen mevkide olduğu söylenen Aşağı ve Yukarı Mormonda yerleşimleri, dağın öbür yüzündeki dev bir kayanın dibinde Melanpagos, bugünkü Emirâlem civarındaki Herakleia ve Palaudis; George Bean ve Prof. Ersin Döğer’in tespiti olan sınır taşları sayesinde, Yamanlar Dağı üzerindeki yerleşimlerden haber alınanları arasında yer almaktadır.

Gerek Palaia Smyrna’nın savunma sistemi içinde yer alan ve gerekse kentin talan saldırılarına uğradığı travma dönemlerinde halkın sığındığı alanlar olarak Yamanlar Dağı’nın bu ileri karakolları; bugünkü Sancaklı Köyü’nün üstünde Adatepe’deki Sancaklı Kale, Örnekköy Mezarlığı ile bütünleşmiş durumda ve hemen onun alt düzleminde yer alan Mezarlık Kale ya da George Bean’in isimlendirmesiyle Yamanlar Yolu Kalesi, Bayraklı’dan Karşıyaka’ya giden karayolu üstünde; Turan civarında İzmir-Karşıyaka geçişine hakim bir konumdaki Nezaret Yeri (FelsWarte) ve sonuncusu Bayraklı-Karşıyaka geçişini kontrol eden ve askeri tesislerin hemen üstünde yer alan İzmir Akropolü veya Büyük Kale’dir. Bunlara ek olarak, Doğancay’ın üstünde; bir su kaynağının yanında yer alan Çobanpınarı Kulesi ve Bayraklı gecekondularının en üstünde ve onların arasında kalmış Küçük Kale de, bu savunma sistemi içinde kabul edilen yapı kalıntıları arasında sayılmaktadır.

Mormonda’dan Doğançay’a 

Bugün Karşıyaka’nın mezarlık alanlarının yer aldığı, İzmir Körfezi’ne hâkim konumdaki 19’uncu yüzyıl Batılı gezginlerinin haritalarda Meyhaneköy diye andıkları eski Alurca, şimdiki Doğançay Köyü, Smyrna’nın İlkçağ’daki ileri karakollarını barındıran arka dünyasının bir kapısı konumundadır. 

Doğançay, Karşıyaka’yı kuzey ve doğudan saran volkanik dağ kütlesi Yamanlar’ın hemen eteklerinde uzanıyor. Tertemiz sokakları, beyaz badanalı bahçe duvarlarıyla şirin ve bakımlı evleri hemen göze çarpıyor. 80’lerden sonra İzmir’e yönelen yoğun göç dalgasından burası da nasibini almış durumda. Konya ve Erzurum’dan buralara ulaşanlar, bugün köyü neredeyse ikiye bölen dere yatağının güney yakasında öbeklenmiş durumda… Gecekondudan, çok katlı düzensiz apartman irisine kadar; çarpık yapılaşmanın her türlüsünün yer aldığı bu yakadaki mahalle, Doğançay’ın tarihsel derinlikteki geleneğinden ve kültüründen uzak bir şekilde; giderek köyün yukarılardaki kalbine doğru nüfuz ediyor ve köyü, sırtlardan aşağılara doğru ağır bir baskı altına alma telaşında gibi görünüyor.

Köyün esas kalbi; Yamanlar’a doğru yaslanırken, zamane göçerlerinin yaşadığı mahalle ise Doğançay Deresi’nin yatağına doğru yönelmiş durumda. Esas Doğançay ile yüz yüze gelmek isterseniz, köyün ana aksını oluşturan caddeden kuzeye doğru yürümeniz gerekiyor. Beyaz badanalı evlerin arasından kıvrılarak yukarıya doğru çıkan daracık sokaklardan biri, sizi bir anda genişçe bir meydana ulaştırıyor. Meydanda yer alan bir çınar ağacının dibindeki küçük şirin kahvehanede biraz soluklanmak, bir bardak çay eşliğinde kahvehanedekilerle sohbete dalmak ve sonra yine daralan sokaklarda ilerleyerek köyün temiz ve bakımlı evlerinin önünden geçmek, Doğançay hakkında küçük bir fikir verebilir size.

Doğançay, 13’üncü yüzyıldan itibaren Batı Anadolu’ya göç eden Alevi Türkmenlerin Batı’da tutundukları noktalardan biri olmalı. Körfeze ve İzmir-Menemen geçişine hâkim bir noktada konumlanan köyün, bu anlamda stratejik bir noktada olduğu da söylenebilir. M.Ö. 7’nci yüzyıl civarında Yamanlar sırtlarında barınan Aiol yerleşimleri, Yamanlar Dağı’nın Körfez’e egemen; bir anlamda bu stratejik konumu itibarıyla hafızalarda yer etmiş Kimmer akınlarının korkutucu etkisine karşı Smryna’yı kollayan birer ileri karakol durumundaydılar. M.Ö.6’ncı yüzyılda Tepekule Smyrna’sının yakılıp yıkılmasıyla sonlanan Pers istilası sonrasında, Yamanlar Dağı’nın iki yakasında yine savunma ve gözetleme amaçlı küçük kaleler ve yerleşimler bulunmaktaydı. Dağın kuzey yüzündeki Emiralem’e (Herakleia) bakan Gökkaya’daki Melanpagos, güney yüzüne bakan Mormonda köyleri, Sancaklı Köyü’nün üstünde yer alan Adatepe ya da Sancaklı Kalesi, şimdi Karşıyaka’ya tepeden bakan İzmir’in Akropolü Büyük Kale, Doğançay’ın yukarılarında Çobanpınarı, Yamanlar-Karagöl yolunda gömüye kapalı Örnekköy Mezarlığı’nın hemen alt düzleminde yer alan Yamanlar Yolu Kalesi ve bugünkü Gümüşpala-Bayraklı geçişinde kıyıdaki İzmir-Çanakkale karayolunu tarayan Felswarte (Nezaret Yeri) bunların bazılarını oluşturuyor.

Bunlardan Mormonda, Arkeolog Şükrü Tül’e göre “Alurca yukarısındaki tarıma müsait sulak alanların bulunduğu Kocabahçe denilen yerleşimin bulunduğu alan olmalıdır. Eldeki bir sınır yazıtına göre Mormonda’dan başka Küçük Mormonda diye bir yerden söz edilmektedir. 1946’da İngiliz Arkeolog George Bean’in yaptığı gözlemlerde kaba sütun dilimi, birkaç depolama kabı parçası ve Mormonda yerleşimlerini ayıran (başka bir yaklaşım göre ise Aşağı ve Yukarı Mormonda’lar) sınır yazıtı bulunmuştur. Söz konusu alanların tarımsal üretim için elverişli olmaları doğaldır ve kullanım haklarının sınır yazıtları ile belirtilmesi aşağıdaki Smyrna “Polisi”nin denetleyiciliğini göstermektedir.”

Güzel insanların köyü

Bugüne ne kaldı ballı incirlerinden Doğançay’ın? İlk gençlik yıllarımızda, Karşıyaka İstasyonu’nda; başı tartamaklı köylünün, sepetindeki incir yapraklarının arasına özenle dizdiği; sabaha karşı toplanmış, buz gibi bardacıkların lezzetini kim unutabilir? Şimdilerde artık eskisi artık karşımıza çıkmıyor Doğançay köylüleri, incirleriyle bir sabah vakti… Ama 19.yy. Alman gezginlerinin haritalarında Meyhaneköy adıyla işaretlenmiş bu Alevi Türkmen köyünün hafızasında saklı her şey, bugün dahi o insana sevdalı temiz pak köylülerinin yüzlerindeki çizgilere kazınmış gibi. Bembeyaz badanalı evleri ve tertemiz sokaklarıyla, güzel insanların köyü Doğançay’da bir gün, bir anı mutlaka yaşamalı.

Bahar aylarında Yamanlar Dağı’nın güney eteklerinden birini oluşturan ve İlkçağ’ın verimli tarımsal bahçelerinin bulunduğu Kocabahçe sırtlarında; bazen bu sırtın Bornova üstündeki Eğridere ve Laka Deresi Vadileri’ne bakan yüzünde Büyükkale’ye (İzmir’in Akropolü) doğru yaklaşan rotalarda dolaşmak ne kadar keyiflidir. Bu güzergâhta yürümek, İzmir’e yakın olsa bile Kocabahçe’nin üst düzleminde karşılaştığımız kule yapısı ve temel izleriyle, geniş bir alana yayılmış düzgün kesimli yapı malzemeleri zamanda yolculuklara da çıkarır biz gezginleri. Baharın en güzel anlarını, uzaktan baktığımızda ağaçsızlıktan bir şeye benzetemediğimiz Yamanlar’ın; yeşilin binbir tonuna bürünmüş güney yamaçlarında dolaşarak geçirmek, akan sular ve kaçan tilkilerle, ağır aksak kaplumbağaların peşinden gitmek, yılkı atlarına yaklaşmak benzersiz bir ayrıcalıktır.

Çiriş otları, badem çalıları, ahlatlar, yaban eriği, anemonlar, sarı ve beyaz papatyalar, melengeç filizleri, yaban sümbülleri bu renk cümbüşü içinde hemen dikkatinizi çeker. Çevrenizdeki mağma temelli çekirdek kayaların oluşturduğu garip şekiller, bitki örtüsünün güzelliğini tamamlayan doğal heykeller gibidir. Vadinin kuzey yamacındaki Kocabahçe sırtlarına doğru sürdürülen tırmanış, sırtın arkasında size bir sürpriz hazırlamış gibidir. Burası Doğançay’ın üst düzleminde yer alan bir başka savunma kulesinden izler taşır.

Andezit kayalardan elde edilmiş düzgün kesme taşlar ve kuzey-güney yönünde devam eden temel izleri, bize burada bir yerleşim izini işaret eder. Biraz ileride; Doğançay’ın neredeyse tam üstüne denk gelen noktada, uçuruma doğru bir gemi pruvası gibi uzanan alan ise doğal bir savunma burcu gibidir. Kenar çizgileriyle de izlenebilen bir dizi düzgün taş sınırına da sahip bu mevkii, İlkçağ’da belki de Körfez’i ve Tepekule’ye doğru devam eden karasal geçişi kontrol eden bir gözetleme noktasıydı.

Bu mevkiden Körfez’e doğru bakıldığında, Doğançay Vadisi’nin alçalarak Gümüşpala üzerinden denize ulaştığı noktada; 19’uncu yüzyılda Rumların Petrota (Taşlık) dedikleri Naldöken’i görebilmek mümkündür. Naldöken ismi de ne güzel uymuştur Rumların Taşlık dedikleri Petrota’ya… Petrota’nın yeryüzü yapısını, Arkeolog Şükrü Tül, Tepekule’den Bayraklı’ya isimli kitabında şöyle anlatıyor: 

“Kızıl bir kayalık denize gelip dayanıyor. (Küçük Yamanlar Tepesi kast ediliyor) Öyle bir yer ki sert ve aşınmaz. Yamanlar Dağı’nın eskimiş, sönmüş, eprimiş volkanının bir ayağı burada denize değiyor. Kraterini ve dağın koni biçimini anlamak için karşıya İnciraltı tarafına gitmek gerek. Dağın bir kıyısı eriyip, Karşıyaka’nın altındaki dolguları yaratmış. Krater yeşil bir iç dünya olarak Yamanlar yolunda izlenebilir; Alurca Vadisi’nin yukarısına doğru çıkarken de. Tam ortası Sancaklı Kalesi ya da Adatepe…”

Sancaklı Kale

Yamanlar Dağı’nın eteklerinde bir Yörük köyü olan Sancaklı’nın hemen üstünde; eski adıyla Adatepe, şimdiki ismiyle Sancaklı Kalesi yer alır. M.Ö. 5-6’ncı yüzyıllara tarihlenen ve doğal bir kayalık üstüne konumlanmış bu kale, Kimmer akınlarına karşı oluşan o büyük korkunun izlerini taşır. Tepekule’nin Yamanlar Dağı eteklerine saçtığı bu küçük yerleşimler, aslında İzmir – Çanakkale yönündeki geçiş yolunu denetim altında tutmaya yönelik çabalardan kaynaklanmıştır. Eteklerinde çatı örtüsü kiremitler ve her türlü seramik döküntünün bulunduğu tepeye tırmanırken, sekiler halinde duvar temellerinin izleri görülür. Kayalık alanın kuzey batı yönüne bakan yanında, uçuruma doğru çok iyi tahkim edilmiş yaklaşık 1,5 metre genişliğinde poligonal bir kale duvarı kalıntısı bulunmaktadır. Bu düzlük alanda ve daha yukarıda iki adet sarnıç vardır. Kale, yerleşimden daha çok savunma amaçlı olarak kullanılmıştır. Su ihtiyacının önemli olduğu bu bölgede, sarnıçların bu işlevi hayati olmalıdır. Tam tepede yer alan sarnıç ise, oval yapıda ve daha büyüktür. Yakın zamanlarda yukarıdan koparak üstüne düşen dev kaya parçası, sarnıcın üstünü kısmen kapatmış durumdadır.

İzmir Akropolü yada Büyük Kale

Doğançay’ı doğudan saran Yamanlar’ın alçak sırtları, en sonunda İzmir Körfezi’ne doğru bir hörgüç gibi uzanır. Doğu yönünde Laka ve Eğridere Vadilerinin uzandığı bu sırtın ucunda, İzmir’in İlkçağ’daki Akropolü; Büyük Kale’sinden günümüze kalanlar yer alır.

Son derece kayalık arazide yolun bittiği noktada, şimdi bir telefon baz istasyonunun dikili olduğu tepenin üstünde Büyük Kale’den kalan yapı malzemelerini fark edebilirsiniz. Andezit kayalardan elde edilmiş kesme taşlardan en dikkate değeri, kalenin hemen giriş kapısına denk gelen konumda kuzeye bakan bir lentodur. Yığma yapılarda pencere ve kapıların üstünde bir kiriş gibi yükü karşılayan bu yapı malzemesi, bugüne ulaşabilmiş durumda. Kuzey yönünden kaleye birkaç basamakla çıkılan bir giriş mevcut. Kale, aslında bir gözetleme mekânı olarak dikkat çekiyor. En tepedeki kulenin içi, oldukça küçük bir alanı tanımlıyor. Kuzey doğu yönünde bir duvar parçası, kuzeye doğru içi şimdi taşlarla dolu bir sarnıç, kimi oda bölmeleri olduğunu ele veren temel izleri ve etrafa saçılmış çok sayıda andezit kesme taştan yapı malzemesi dikkat çekiyor. Definecilerin açtığı; bizim sayabildiğimiz üç büyük çukur da bunlara ilave olarak manzaranın vazgeçilmez unsurları nedense.

Büyük Kale ya da İzmir Akropolü, Eski İzmir’in savunmasında önemli bir rol üstlenmiş olmalı. Büyük bir kaya kütlesi üzerine oturtulmuş surlar içindeki alanda, belki küçük bir garnizon görev yapmaktaydı. M.Ö. 7’nci yüzyıldan itibaren M.Ö. 4’üncü yüzyıla dek bu savunma sisteminden yararlanılmış olmalı. Büyük İskender sonrası İzmir’in Kadifekale ve eteklerine taşınması, kentin savunma sorununu farklı bir mecraya taşımış ve kent, bu kez denizden başlayarak Kadifekale’ye doğru bir başka sur sistemi ile çevrilmiş.

Kayalık Nezaret Yeri (Felswarte)

İlkçağ’da Körfez’e hâkim konumdaki bir başka gözetleme noktası, Doğançay’ın alt düzleminde; Gümüşpala-Bayraklı 100 Yıl Mahallesi’ni birbirine bağlayan; Karşıyaka-İzmir karayoluna paralel bir güzergâhta, kilit taşlarıyla döşeli yol üzerindeki Kayalık Nezaret Yeri’dir. Akropol’ün hemen altında; Deniz Kuvvetleri’ne ait askeri bölgenin ise hemen üstünde yer alan ve Turan üzerinden İzmir Körfezi’ne ve İzmir-Menemen geçişine egemen konumdaki kayalık kütlenin bulunduğu konum, bu açıdan son derece stratejiktir. Yoldan geçerken kolaylıkla fark edilen bu kayalık kütlenin arka yüzüne yontulmuş, daha yukarıdaki bir platforma doğru birleşen iki merdiven ve üzerinde bir lahit büyüklüğündeki dikdörtgen çukur, ilk bakışta bu alanın sunak amaçlı oluşturulmuş olduğu fikrini akla getiriyor. Ancak, Yamanlar Dağı’na doğru kuzey-güney yönünde yükselen topografyadaki bu doğal kaya kütlesinin; aşağıdaki geçişi denetlemeye dönük konumu itibariyle bir savunma ve gözetleme noktası seçeneğinin de gözden uzak tutulmaması gerektiğini ileri sürenler var. Kayalığın üstündeki düzlükte iken kafanızı kaldırıp baktığınızda; hemen üstünüzde ve Kuzey-doğu yönünde yer alan Akropol Tepesi de İlkçağ’daki Palaia Smyrna’nın savunma sistemi içinde yer alan bir haberleşme noktası olabileceğini düşündürtüyor.

Bugün Nezaret yada Gözetleme Yeri olarak tanımlanan doğal kayalığın çevresinde ne yazık ki taze açılmış üç adet defineci çukuru ve üst düzlükte yer alan kayaya oyulmuş dikdörtgen çukurun uzun kenarına verilen derin bir hasar yer alıyor. Şehrin ve askeri bölgenin bu kadar yakınında yer alan böyle bir kültürel varlığa, bu kadar kolayca yaklaşabilmek ve ona acımadan zarar verebilmek ne kadar kolay değil mi?

Bayrak Dede

Son durağımız; bir zaman sıçraması içinde; Yamanlar Dağı’ndan Bornova Çayı’na doğru akan vadilerden birisi; Laka Vadisi’ne hâkim konumda, Türkmenlerin bu topraklarda ilk göründükleri 12-13’üncü yüzyıllardan kalma bir eren mezarı olan Bayrak Dede’nin makamıdır.

Bugün Bayraklı İlçesi sınırları içinde yer alan ve otoyoldan geçerken rahatlıkla fark edilen vadilerden biridir Laka Çayı’nın aktığı vadi. Genellikle ani bastıran şiddetli yağmurlar dışında pek de suyunu bu zamanlarda görmek kısmet olmaz bizlere. Ancak, uzun yıllar çevredeki taş ve kum ocaklarının faaliyetleri sonucunda delik deşik edilmiş, Laka Köyü’nün hemen yanındaki bu acayip görünümlü topografyaya hâkim bir noktada; küçük bir tepenin üstünde, beyaz badana ile sıvanmış taşlarla çevrili bir alan dikkat çeker uzaklardan. Dallarına asılı, şimdi solmuş Türk Bayrağı ile eski bir ardıç ağacı da, uzaktan fark edilen bu ata mezarının diğer tamamlayıcı unsurlarıdır sanki.

Kimine göre Bayraklı’ya adını veren bir eren olarak andıkları Bayrak Dede, kimine göre Yamanlar Dağı’nda saklı; Eski İzmir’in savunma sistemine ait küçük bir kalenin izleri burada katmanlar halinde bir öyküyü fısıldar kulaklara. Helenistik kale surlarının duvar örgüsünde rastlanan isodomik duvar tekniği ile beton bloklar kullanılarak yapılmış duvarlarla çevrili köy mezarlığının da bulunduğu yerde, aslında gerçekten böyle bir mezar var mıdır? Yoksa Türkmenlerin sığındığı bu vadi koyağında, o günleri hatırlayan bir makam mezarı mıdır bilinmez, ama sonuçta bu tepede böyle bir mekân vardır ve son yıllarda yenilenen mermerden mezarı ile burası bir ziyaretgâhtır. Ardıç ağacının dallarına bağlanmış bez parçaları ise, toplumun hafızasındaki o eski göçün şifrelerini saklar gibidir. 

Bugün köy sınırları içinde yer alan kimi sanayi tesisleri, eski taş ocaklarının artıkları ve yoğun bir kamyon trafiği içinde Laka Köyü’nün, Türkmenlerin Batıya yönelen göçünde İzmir tarihi açısından ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu anlamak ve anlatmak bu durumda artık çok zor görünmektedir. Bizim yaptığımız ise, kentin bu kaotik serüveninde küçük bir hatırlatma olarak kalacaktır.

 

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©