İzmir’de Ramazan gelenekleri
Tarihi boyunca hep çok dinli, çok kültürlü yapısını koruyan İzmir, Ramazan aylarında büyük bir heyecan ve hareketliliğe sahne olurmuş
Geçmişe duyulan özlemin en çok dillendirildiği zamanlardan biri Ramazan ayı kuşkusuz. Yaşı belli bir grubun altında olanlar için çok bir şey ifade etmese de, “Nerede o eski Ramazanlar” deyip iç geçirenlerin sayısı da az değil. Geleneksel kültür öğelerinin modern yaşamda kendine yer bulamamasından mıdır bilinmez, artık sadece hatıralarda kalan Ramazan gelenekleri anımsandıkça, anlatıldıkça en azından belleklerde yaşar.
Biz de geçmişten günümüze çok kültürlü yapısıyla dikkat çeken İzmir’in Ramazan geleneklerini hatırlayalım istedik. İzmir Tarihi ve Mutfak Kültürü Araştırmacısı, Gazeteci Yazar Nedim Atilla’nın notları ile Halkla İlişkiler Uzmanı ve İzmir sevdalısı Sancar Maruflu’nun hatıraları belleğin tozlu sayfalarında kalmış o günlere ışık tuttu.
Din farkı gözetilmeyen iftar sofraları
İzmir Tarihi ve Mutfak Kültürü Araştırmacısı, Gazeteci Yazar Nedim Atilla, Osmanlı döneminde çok dinli, çok kültürlü bir kent olan İzmir'in Ramazan aylarında büyük heyecan ve hareketliliğe sahne olduğunu anlatıyor.
Hıristiyan ve Musevilerin de yaşadığı bir kent olan İzmir'de Ramazan aylarında Müslüman geleneklerine büyük saygı gösterildiğini ifade eden Atilla, “İzmir'de çoğunluk Müslüman ahaliden oluştuğu için, farklı dinlere mensup kişiler de Ramazan geleneklerine uyarlardı. Sokakta bir şey yememeye özen gösterirlerdi. Ramazan ayında büyük iftar sofraları düzenlenirdi ve bu sofralara katılan kişiler arasında din farkı gözetilmezdi” diyor.
1903 yılında, Müslüman ve Müslüman olmayan nüfusun eşit oranda yaşadığı İzmir’de yayımlanan bir gazetede çıkan bir yazıyı örnek veren Atilla bu yazının o dönemin ‘saygı iklimi’ni pek güzel yansıttığını dile getiriyor:
“İftar vaktine kadar bir iş için Kordon’da bulundum. Top atıldı. Taam (yemek) için eve gitmeyi göze kestiremedim. Üçüncü Kordon’daki lokantaya girdim. Yemekten sonra lokantanın karşısındaki Paradi dö Dam’a girdim. Saat iki buçuğa kadar oturdum. İçeride benden başka dört beş kişi vardı. Aklıma gelen bir şey üzerine Strazburg, Korino, Kramer gibi ne kadar gazino, meyhane varsa hepsini gözden geçirdim. Bomboş. Saat dörde gelmeden bir tane bile açık gazino kalmadı. Eyyam-ı adiyede (normal zamanlarda) bunlar sabaha kadar kapanmaz.”
Sancar Maruflu da çocukluk yıllarının Ramazan günlerinin tadını ve neşesini özlemle anıyor. Maruflu’nun anılarından İzmir’in Altınpark, Namazgah, Mezarlıkbaşı, Tilkilik, Hatuniye, Dönertaş, Agora, İkiçeşmelik gibi semtlerinde Ramazan aylarında geceyle gündüzün birlikte yaşandığını öğreniyoruz. Bölgenin ileri gelenleri her Ramazan öncesinde ve bayram arifesinde tespit ettikleri fakir-fukaranın yüzlerini çok önceden güldürürmüş.
Ramazan’ın geldiği Kemeraltı’ndan anlaşılırmış
İzmir'de 18’inci ve 19’uncu yüzyılda büyük iftar sofralarının düzenlendiğini, kadınların bütün mutfak hünerlerini ortaya koyduğunu söyleyen Atilla, gezginlerin seyahatnamelerinde “kentteki iftar sofralarında 140 çeşit yemek bulunduğuna” dair notlara rastlandığını anlatıyor.
Ramazan ayının gelmesinin İzmir'in tarihi çarşısı Kemeraltı'ndan anlaşıldığını ifade eden Atilla, “En eski çarşılardan biri olan Kemeraltı'nda kuru bakliyatların, şekerlerin arabalarla merkeplerle evlere doğru taşındığı görülürdü. Hurmanın gelmesi ise dört gözle beklenirdi. Hicaz'dan gemilerin hurma getirmesi beklenirdi. Ramazan ayının başlamasından birkaç gün önce gemi körfeze yanaşırdı. Daha sonra sokak satıcıları hurma satmaya başlardı” diyor.
Nedim Atilla, bugün bu geleneklerin sadece kentin eski mahallelerinde yaşatıldığını vurgularken Osmanlı dönemindeki Ramazan gelenekleriyle bugünkü alışkanlıklar arasında “görgü” farkının bulunduğunu söylemeden de edemiyor. Öyle ki, eskiden varlıklılar Ramazan ayına özel yaptıkları yardımı “gizli” tutarmış.
İlk ziyafet hilali ilk görene...
Bugün astronomi biliminin yardımıyla kolayca belirlenen Ramazan ayının ve bayram günlerinin belirlenmesinin eskiden başlı başına bir iş olduğunu Nedim Atilla’nın notlarından öğreniyoruz. Atilla ‘Rüyet-i Hilal’ (Yeni Ay’ı görme) adı verilen bu işi şöyle anlatıyor: “İstanbul’da Çamlıca Tepesi’nde, İzmir’de Kadifekale’de, Selanik’te Beyaz Kule’de, diğer kasaba ve şehirlerde ise minare şerefelerinde ya da yüksekçe yerlerde, Ramazan ve bayram arifelerinde Ay’ın ilk hilal şekli gözetlenirmiş. ‘Rüyet-i Hilal’i yakalayan, yani yeni Ay’ı ilk gören müftüye koşturur, bunu bir mizansen içinde şahitlerle ispat eder; ardından camilerin ışıklandırılmasıyla ve davullar çalınmak suretiyle Ramazan ilan edilirmiş. Hilalin görünüp görünmemesine göre, Şaban ayı bazen 28, bazen de 29 gün sürer; Ramazan’da buna göre bir gün uzar ya da kısalırmış. 1878 yılında, Ramazan’ın nasıl başladığını, dönemin gazetelerinden biri şöyle aktarıyor: “Evvelki cumartesi günü, akşam saat dörde kadar Ramazan-ı mağfiret-nişanın dünkü pazar günü için ilan ve işaası (duyurulması) umum tarafından intizar olunmuş (beklenmiş) ise de, ancak saat altı sularında gurre-i Şaban-ı muazzam ispat edilmesine mebni hemen icab-ı bi’l-icra top endaht (atılmış) olunup Ramazan-ı Şerif pazar günü için ilan edilmiştir.” Eskiden, yeni Ay’ı ilk görenlere ödül vermek de adettenmiş; ayrıca bu şanslı kişiler, ilk iftar sofrasındaki ziyafetin de adeta onur konuğu sayılırlarmış.”
İftar ve sahur sofralarının baş tacı şerbet
Nedim Atilla, Osmanlı dönemindeki ramazan mutfaklarının “saray mutfağı” ve “halkın mutfağı” olarak iki ayrı grupta incelenmesi gerektiğini söylüyor.
İzmir’deki vali ve paşaların görkemli iftar yemekleri düzenlediklerini belirten Atilla, halkın mutfağında susam yağı ve zeytinyağının kullanıldığı yemekler yapıldığını anlatıyor.
İzmir’deki iftar ve sahur sofralarının ayırt edici özelliğinin “şerbet” olduğunu kaydeden Nedim Atilla, “İzmir’de aklınıza gelen bütün meyvelerin şerbetleri yapılırdı. İzmir bir şerbet şehirdir. Gelmiş geçmiş bütün İstanbullu ünlü şerbetçiler İzmir’den gitmişlerdir. İzmir’de özellikle bir tür hurmadan demirhindi şerbeti yapılırdı. Karadut, limonata, meyan kökü, portakal ve mandalina şerbetleri de içilirdi” diyor.
Nedim Atilla, şerbetin iftar sofralarının yanı sıra sahur sofralarında da yer aldığını belirtiyor.
İzmir’in ramazan aylarındaki yöresel tatlılarının “sütlü börek” ve “sütlü kadayıf” olduğunu dile getiren Atilla, günümüzde bu tatlıları yaşatabilen çok az dükkân olduğunu söylüyor.
Sancar Maruflu da iftar ve sahur sofralarından gül gibi geçinilsin diye gül reçeli ve tatlı tatlı konuşulsun diye balın eksik edilmediğini belirtiyor: “Ayrı ayrı ya da toplu halde evlerde veya değişik yerlerde yapılan iftardan sonra camiye gidilir, Teravih Namazı kılınırdı. Namazın ardından herkese akide şekeri dağıtılırdı. Camiden çıkınca kentin belirli mekanlarında toplu olarak veya evlerde aileler, eş, dostla birlikte Ramazan gecelerini en güzel şekliyle değerlendirirlerdi. Kahve, çay, ıhlamur bolca tüketilirdi. Zerdeler aşureler yenir evlerde el emeğiyle yapılmış şerbetler, limonatalar içilirdi. ”
Her kesimi bir araya getiren iftar eğlenceleri
Ramazan ayında hemen her kesimden insanı bir araya getiren şey de, iftar sonrası eğlenceleriymiş eskiden… İftar ve teravih sonrasında, uzun uzun kahve ve nargile sohbetleri yapılır; bazen kahvelerde Karagöz oynatılır, bazen de tombala oynanırmış.
Sancar Maruflu da çocukluğunun Ramazanlarını İstanbul’dan İzmir’e gelen kanto ve orta oyunu topluluklarının gösterileriyle şenlendiğini anlatıyor: “Çocuklar için hokkabaz ve karagöz eğlenceleri yapılırdı. Bazen evlerde toplanılır hanımlar ya da beyler enstrümanlar çalarlardı. İkramlar yapılır eğlenilirdi. Bir de Konak’taki şimdiki ordu evinin olduğu yerde Yanyalı Recep'in işlettiği İsmet Gazino'su vardı. Burada İstanbul'dan gelen Dümbüllü İsmail Efendi'nin Tuluat Grubu ile Hafız Burhan Efendi ve korosu, yerli sanatçıların ve fasıl gruplarının da iştirakıyla sahura kadar Ramazan geceyeri tertiplenirdi. Benzeri eğlenceler bazen Karataş'taki Köşk sinemasının bulunduğu salonda, Eşrefpaşa’da, Değirmendağı'nda ve Basmane Altınpark çevresindeki kahvelerde gerçekleşirdi. Değişik semtlerde en az 35 kıraathanede nargile ve çay sohbetleri sahura kadar sürerdi. Sahur sofralarının keyfi ise bir başka olurdu.”
Çocuklara özel bayram yeri
Şimdi olduğu gibi eskiden de bayram en çok çocukları şenlendirirmiş. Büyüklerinin elini öpüp, bayram harçlıklarını ve hediyelerini alan çocuklar kendileri için özel olarak oluşturulan bayram yerlerinde alırmış soluğu. Eşrefpaşa Bayramyeri İzmir’in en gözde en gözde bayram yeriymiş. Ahşaptan yapılan ve 15-20 kişinin birden binebildiği büyük salıncaklar, ahşap dönme dolaplar, isabet ettirenin hediye kazandığı ok ve mızrak atış yerleri kurulurmuş bayram yerine. Çocukların gazoz ve şerbet içip, rengârenk macun ve leblebi tozunun tadına bakarmış…