Haluk Bilginer - Haluk Bilginer’in İzmir’i kekik, deniz ve nergis kokuyor

“İzmir’in her yerinde deniz görebilirsiniz; nereye giderseniz gidin, başınızı çevirdiğinizde deniz vardır. İşte o sahilde yaşama kültürü, insana özgürlük ve ferahlık veren bir duygudur”

      

                                                                                                                                               

     Söyleşi: Derya Şahin 

 

Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi oyuncuları sıralaması yapılsa Haluk Bilginer muhtemelen ilk sıralarda yer alır. Tiyatroda ve sinemada oynadığı her rolün hakkını veren, deyim yerindeyse sahnede devleşen Bilginer, 42 yıldır ayrı olsa da, doğup büyüdüğü, ilk gençlik yıllarını geçirdiği ve oyunculuğa adım attığı İzmir’in kendisine çok şey verdiğini söylüyor. Kendini hep İzmir’e ait hissettiğini belirten ünlü oyuncu, bu kentte yaşamayı özgürlük ve ferahlık duygularıyla anlatıyor.

Sihirli oyunculuk yeteneğiyle olduğu kadar ses tonu, pozitif enerjisi ve mütevazılığıyla da dikkat çeken Haluk Bilginer ile “buram buram kekik, deniz ve nergis kokuyor” dediği İzmir üzerine keyifli bir söyleşi yaptık.

 

İzmir’de doğdunuz, çocukluğunuz burada geçti. Belleğinizdeki İzmir’den biraz bahsedebilir misiniz?

Bilginer: İzmir’den ayrılalı 42 yıl oldu. Köprü semtinde, Behçet Uz Parkı’nın yakınlarında cumbalı bir Rum evinde büyüdüm ben, 1964’e kadar orada yaşadım. Sonra sahildeki Kutucular Apartmanı’na taşındı bizimkiler, hala da oradalar.

Ben İzmirli olmaktan çok mutluyum. İzmir’de doğdum, İzmir’de büyüdüm, lise son sınıfa kadar İzmir’de okudum. Çocukluğum çok mutlu ve güzel geçti burada. Kendimi hep İzmir’e ait hissederim. Ama işim dolayısıyla 1971’den beri artık İzmir’de yaşamıyorum. İzmir’e sadece tatillerde, ailemi görmeye ve turnelerde geliyorum. Burada doğup büyümek, ilk gençliğimin burada geçmiş olması, liseyi bitirdikten sonra buradan gitmiş olsam da bana “İzmirliyim” demek hakkını veriyor aslında.

Ama geçmişle kıyasladığımda İzmir’in eskiden daha güzel olduğunu söyleyebilirim. Kentte daha güzel yapılar vardı, maalesef onları koruyamadık.

 

Hacer Kılıçoğlu’nun “İzmir’de Üç Çocuktuk” romanında sizin küçük bir çocukken denizle olan bağınıza ilişkin notlar var. Nasıl bir bağdı o?

Bilginer: Ben oturduğumuz evin önünden balık avlardım, o tarihlerde İzmir Körfezi’nde denize girilirdi. Yunuslar geçerdi Körfez’den, yunusların kuyruklarının sesi şak şak diye yankılanırdı civardaki evlerde. Deniz kaplumbağalarını da çok gördüm Körfez’de. Baktığımızda denizin dibini görür, balıkları görerek avlardık; isparoz, lidaki gibi buraya has türlerdi çoğu. Yıllar geçtikçe Körfez’in bataklık olmaya başladığını dehşetle fark ettim. Neyse ki son anda direkten dönüldü de temizlendi. Şimdi zaman zaman İzmir’e geldiğimde, sahilde oltayla balık avlayan insanları gördükçe mutlu oluyorum. “Demek ki Körfez’de hayat var” diyorum kendi kendime…

Ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim, üç tarafı denizle çevrili olan bir ülke olmamıza rağmen denizi kullanmayı en az bilen ülkeyiz. En basitinden deniz ulaşımımız nerede? Bizim aslında her yere vapurlarla gitmemiz lazım.

 

Küçükken bir kimyager olmak istiyormuşsunuz. Kimyager olma hayalinden oyunculuğa nasıl geçiş yaptınız?

Bilginer: Çok meraklıydım, hatta takma adım ‘meraklı’ idi. Kimyager olsaydım yeni bir şey keşfetmeye, doktor olsaydım da belki de kanserin tedavisini bulmaya çalışacaktım hala. Benim en sevdiğim kitap ansiklopediydi. ‘Resimli Bilgi’ diye bir ansiklopedi vardı, babam onun her sayısını alır, ciltletirdi. Merakımı onu okuyarak giderirdim. E oyuncu olmanın da birinci şartı merak. Meraksız ve ilgisiz bir insansanız oyuncu olmanız çok da mümkün değil. Yaptığınız şeyleri neden yaptığınızı bilmelisiniz ki, bunu yaparken ve bir karakteri canlandırırken oradan bir şeyi bulup çıkarabilesiniz. O dürtü vardı bende, kimyager ya da doktor olmadım, oyuncu oldum.

 

Kentin kimliği insanın kültürel kimliğini de etkiliyor, biçimlendiriyor. Buradan yola çıkarsak İzmir sizin yaşamınızı, sanatınızı nasıl etkiledi?

Bilginer: Bir Ege şehrinde, denizin kıyısında, deniz ile iç içe büyümem etkili oldu tabii ki. Ankara’ya gittiğimde çok zorluk çektim örneğin. Sağa bakıyorum, sola bakıyorum, zıplıyorum deniz yok… Ama İzmir’de öyle mi? İzmir’in her yerinde deniz görebilirsiniz; nereye giderseniz gidin, başınızı çevirdiğinizde deniz vardır. İşte o sahilde yaşama kültürü, insana özgürlük ve ferahlık veren bir duygu. Bu duygu önemliydi benim için. Bir de İzmirli olma hali…

“İzmir bana çok şey verdi”

 

Nasıldır İzmirli olma hali?

Bilginer: İzmirli olma hali çok iyidir. Benim çocukluğum çok mutlu geçti mesela. İlkokulu İnönü İlkokulu’nda, liseyi Türk Koleji’nde okudum. Evimizden yürüyerek giderdim okullara. İzmir’deki o dostluklar, komşuluk hep hatırımda… Sonradan apartman hayatı başlayınca yok olan, ama benim çocukluğumda var olan ve tadını bildiğim duygular bunlar; geniş aile, eş-dost ve onlarla hep beraber yaşamak. O açıdan İzmir bana çok şey verdi diyebilirim.

 

Her kentin bir dokusu, kokusu, tadı vardır denilir. Sizce İzmir’in nasıl bir dokusu, kokusu ve tadı var?

Bilginer: Koku benim için çok önemlidir ve İzmir’in bir kokusu vardır hakikaten. İzmir, Ege’ye kıyısı olan her yer gibi Ege kokar. Nasıl bir kokudur bu derseniz; içinde bol kekik, deniz ve nergis kokusu taşıyan kendine özgü bir kokusu vardır İzmir’in. Öyle ki beni gözlerimi kapatıp İzmir’e getirin, İzmir’de olduğumu anlarım…

İzmir’in tadına gelince çok yeşillik yenir İzmir’de. Ben Ankara’ya öğrenci olarak gittiğimde manavdan roka istedim, “Anlamadım” dedi. Ne olduğunu bilmezlerdi. Rokayı sadece Egeliler bilirdi, Ankara, İstanbul bilmezdi. İşte o otlar ve zeytinyağı çok önemlidir benim için. Ve tabii ki bir de balık; özellikle de çipura, ama çiftlik değil deniz çipurası…

 

İzmir’den uzak kaldığınızda en çok neyi özlüyorsunuz?

Bilginer: Annem, kız kardeşim, ağabeyim, onların çocukları, kısacası bütün ailem burada. Dolayısıyla benim için İzmir’e gelmek aileyle hasret gidermek anlamına geliyor.

“İzmir erkeklerden çok çekmiş bir kadın”

 

Peki İzmir’i bir insana benzetseydiniz, bir kadın mı olurdu yoksa bir erkek mi? Nasıl bir insan olurdu?

Bilginer: İzmir, daha çok bir kadına benziyor. Ama erkeklerden çok çekmiş, “keşke bunlara hiç bulaşmasaydım” diyen bir kadın. Çünkü İzmir zaman içinde dokusunu yitirdi, bunu da erkekler yaptı. Neden böyle diyorum, çünkü kadınlar saklar, tutar, ama erkek yağmacıdır maalesef…

 

Kadın demişken, şarkılara, şiirlere konu olan İzmir kadınlarının, diğer kentlerin kadınlarından farkı nedir?

Bilginer: Güzellik yarışmalarında falan hep İzmirli kadınların şanslı olduğu ve kazandığı söylenir. İzmir’in kızları güzeldir denilir, havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez. Bir de Türkiye’nin diğer şehirleriyle kıyaslandığında daha özgüvenlidir İzmir’in kadını. Buradaki özgüven Ege kültüründen, deniz kültüründen kaynaklıdır bence…

“Özeleştiri yapmayı öğrenmeliyiz”

 

Prof. Dr. Fuat Keyman “İzmir mazereti olmayan bir şehir” diyor. Ancak kentin sanayide, turizmde, kültür ve sanatta hak ettiği konumda olmadığı konuşuluyor. Acaba İzmir kendine sürekli mazeret mi üretiyor?

Bilginer: Bu sadece İzmir ile ilgili bir durum değil, Türkiye’nin bir mazereti yok aslında. Ancak bizim genlerimizde mazeret üretmek var. Biz beceremediğimiz şeylere mazeret üreten bir toplumuz. Çünkü böylece sorumluluğu üzerimizden atmış sayıyoruz halbuki sorumluluk daha çok üzerimize biniyor. Geçmişin muhasebesini yapıp özeleştiri yapmayı becerdiğimiz zaman her şey farklı olacak. Bunu öğrenmek zorundayız. Üstelik bu bizim faydamıza olacak. Bunu başarabilir ve önümüzdeki sıkıntıları aşabilirsek Türkiye uçar diye düşünüyorum.

 

İzmir köklü bir kültür ve sanat geleneğine sahip. Ancak kültür ve sanat alanında da yetersizliklerden yakınılıyor. Sizin bu konudaki görüşünüzü alabilir miyiz?

Bilginer: Bir yerde talep yoksa insanları zorla tiyatroya götüremezsiniz. Ama siz çocukluğunuzdan itibaren tiyatroya gitmişseniz, 16-17 yaşında tiyatro arıyorsanız, tiyatro hayatınızın bir parçası ise yaşadığınız şehirde 10 tane özel tiyatro, 20 tane devlet tiyatrosu olur. Ama bunu talep etmezseniz kendi kendine oluşmaz. İngiltere ile bizim nüfusumuz aynıdır. İngiltere’de sadece bir mahalledeki toplam tiyatro sayısı Türkiye’nin tamamındakinden fazladır. Futbolun beşiği olmasına rağmen İngiltere’de tiyatro seyircisi futbol seyircisinden fazladır. İngiltere’de ben 30 yıl önce üye olduğumda Oyuncular Sendikası’nın üye sayısı 20 bindi, şu anda herhalde 40 bin falandır. Bizde toplam oyuncu sayısı 2 bini geçmez. “İzmir’de neden böyle oluyor” sorusunun cevabı “Türkiye’de neden böyle oluyor” sorusunda gizli.

 

Antonius ve Kleopatra oyunu için İzmir’desiniz. Kendini Dionysos ile bir tutan Antonius’u, Anadolu’da Dionysos adına yapılan en büyük tapınağın bulunduğu topraklarda oynamak size neler hissettiriyor?

Bilginer: Keşke Dionysos geleneğinin başladığı topraklarda tiyatro daha çok gelişseydi düşüncesinden başka hiçbir şey yaratmıyor. Biz tiyatro yapanlar ve seyredenler, tiyatro kültürünü yavaş yavaş oluşturmaya çalışıyoruz. İnşallah çocuklarımız, kendilerini ve dünyayı daha iyi anlayan insanlar olabilmek için daha çok tiyatro izleyecek. Çünkü insanın kendini tanımasında çok önemli bir araçtır sanat…

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©