İzmir’den bir Toscana doğuyor
Üzüm bağları, butik şaraphaneler, gurme restoranlar ve bölgenin yapısına uygun butik oteller, hasadı izleyen, şarap tadımı yapan insanlar… 16 yıldır Urla’da bu hayali gerçeğe dönüştürmek için canla başla çalışan bir isim var; Can Ortabaş. Onun Made in Urla diye özetlediği, aslında bir sosyal, bölgesel kalkınmaya işaret eden projesini ve elbette büyük hayallerini, hedeflerini konuştuk.
-Doğaya, bitkilere tutkunuzu bilmeyen yok. İş hayatınızı da bu tutku mu yönlendirdi ki Uzbaş ve Urla Şarapçılık doğdu?
ORTABAŞ: Çocukluğumdan bu yana doğaya büyük bir aşkla bağlıyım. Bunda babamın da etkisi olduğunu düşünüyorum. Yıllarca İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyeliği, Ege Bölgesi Sanayi ve Ticaret Odası Başkan Vekilliği yapan babam, herkesin elektronik eşya getirdiği yurtdışı seyahatlerinden katmerli gül fidesi, asma çubuğu ile dönerdi. Yaz tatillerinde herkes denize girerken, ben dağ tepe dolaşıp bitki soğanı toplar, sonra da onları Bostanlı’daki evimizin bahçesine ekerdim. Ne mutlu ki, iş yaşamımda da doğa ile uğraşıyorum. Bundan tam 16 yıl önce Urla’nın el değmemiş dağlık arazilerinde palmiye ve dış mekan çiftliği olarak kurduğumuz Uzbaş, bugün dünyanın en büyük palmiye çiftliği haline geldi. 30 milyon dolar yatırımın yapıldığı ve 187 kişinin çalıştığı Uzbaş, aynı zamanda 54 ülkeden getirilen bitkilerin yer aldığı bir arboretum. Ben onu amiral gemimiz olarak nitelendiriyorum. Çünkü Urla Şarapçılık buradan doğdu, yani her şey Uzbaş ile başladı.
-Ardından şaraba yöneldiniz. Bu nasıl oldu?
ORTABAŞ: Uzbaş’ı kurduktan sonra bölgedeki arazileri temizleyip, kısmen daha verimli hale gelen topraklarımızda bitkiler yetiştirmeye başladık. Orman yangınlarıyla yok olmuş yamaçlarımız vardı. O yamaçlarda yaptığımız çalışmalarda eskilerin “mandal” diye tabir ettikleri binlerce yıllık terasları keşfedip, Urla’nın geçmişini okumaya başlayınca bir anda her şey yerli yerine oturmaya başladı. Ben zaten şaraba meraklıydım. İçinde 18. yüzyıl şaraplarının da yer aldığı geniş bir koleksiyonum vardı. Ama hangi mirasın üzerinde oturduğumuzun farkında değildim açıkçası.
Öğrendim ki, M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren kendine özgü amforalarla Batı Akdeniz kıyılarından Karadeniz kıyılarına kadar geniş bir coğrafyada talep gören şaraplar, mikro kliması ve toprakları bağcılığa çok elverişli İon kenti Klazomenai’nin (Urla) ürünüymüş. Avrupa, bağlarını floksera talan ettiğinde şarabını yine bu bölgeden temin etmiş. Daha sonra mübadele ile bölgeye yerleşen halk şarapçılığı bilmediğinden, bağların yerini tütün, arpa ve buğday tarlaları almış.
Yok olan bir kültürün varlığından haberdar olmak beni çok heyecanlandırdı ve bu alanda yatırım yapmaya karar verdim. Yaptığımız çalışmalar duyulunca yöre insanından da çok güzel tepkiler aldık. Sonuçta kaybolmaya yüz tutsa da o bölgede yaşayan insanların damarlarında adeta bir virüs gibi dolaşıyordu şarap. Onların da desteğini görmek bizi daha çok heyecanlandırdı. I. Dünya Savaşı öncesi Karaburun Yarımadası’nda 72 milyon litre şarap üretildiğini öğrenince heyecanımız iki kat arttı. 2009 verilerine göre, Türkiye’nin toplam şarap üretimi 69 milyon litre olduğunu düşününce bölgenin potansiyelini daha iyi anladık.
-Geçmişinde olsa da bu bölgeden iyi ve kaliteli şarap çıkabileceğine nasıl inandınız?
ORTABAŞ: Karaburun Yarımadası’nın toprakları organikçe fakir, kili, kireçli, kurak. Şartlar aslında tarımın diğer alternatifleri için çok zor ama iyi şarap yapabilmek için uygun. Zaten alternatif tarımın bittiği yerlerde iyi şarap yapılıyor. Şaraplık bağ ızdırap çekecek biraz, az ama öz verecek. Toprak ne kadar zengin, salkımlar ne kadar çoksa, şarabın kalitesi geriye gidiyor.
-Bağlar keşfedildikten sonra sıra yetiştirilecek üzüm çeşitlerini belirlemeye geldiğinde seçim yapmak zor oldu mu?
ORTABAŞ: Yurtdışından yöreye uygun en iyi cinsleri ithal ettik ve böylece kendimizi 3 bin yıllık bölgeyi tamamen keşfetmeye adadık. Cabarnet Sauvignon, Shiraz, Merlot, Sangiovese, Nero d’avola, Cataratto gibi uluslararası türleri getirdik. Sonra oturdum düşündüm; buraya turist gelince “Şarabın doğduğu yer Anadolu, biz de burada 5 bin yıllık bağ setlerini yeniledik” diyeceksin ondan sonra Cabarnet, Merlot, Shiraz sunacaksın. Olmaz dedim. Ardından Anadolu’nun en iyi şaraplık üzümlerinden boğazkereyi, klon seleksiyonu yaparak buraya getirdik.
Türkiye’de hiçbir şaraplık üzümün klonu yoktu, bizim çalışmamız da tam 8 sene sürdü, ama tüm çabalarımıza değdi. Öyle bir şarap yaptık ki, daha piyasaya çıkmadan Master of Wine’da Türkiye’nin en iyi yerli şarabı seçildi. Sonra yine oturup düşündüm, tamam yerli şarap yaptık ama anavatanı Diyarbakır nihayetinde. Urla’ya dair ne var diye sorsalar, adı var kendi yok. Üç sene dolaştık ve sonunda koca Karaburun Yarımadası’nda meşhur Urla Karası’nı bulduk. Dağların içinde kalmış ortada, kesilmemiş, sökülmemiş. Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Selim Çetiner ile birlikte bir TÜBİTAK projesi yapıldı. Üç sene süren proje sonucunda, bulunan türün genetik olarak dünyada hiçbir enternasyonal ya da bilinen çeşitler ile aynı olmadığı ispat edildi ve “Urla Karası” olarak tescil edildi. Bütün bu çalışmalar için gerekli kaynak aktarımını ben yaptım ve bu işe 6 senemi verdim.
Çoğaltılmaya başlanan Urla Karası ile Sicilya’nın Nero d’avola’sını bir araya getirip ürettiğimiz şarap ile altın madalya kazandık. Aynı şekilde Bornova Misketi’nden ürettiğimiz Symposium şarabımızla da büyük altın madalyaya layık görüldük. Heredot’un “Çok misket tattım ama hiçbirisi Bornova misketi kadar güzel değildi” diye tanımladığı, ancak giderek yozlaşan bu türü toplayıp, klon seleksiyonu yaptık. 8 senedir sürdürdüğümüz çalışmalarımızın sonunda ilk kez 150 şişe üretebildiğimiz bir tür de Gaydura. Sultaniyenin bir akrabası olan bu türden mükemmel bir beyaz şarap elde ettik. Ancak bu ürünün piyasaya çıkmasına 5 sene var.
Şimdi Urla’yı bıraktık, Toroslar’a yöneldik. O bölgede eski bir Ermeni köyünde 5 çeşit bulunduğuna dair duyumlar aldık. Genetiklerini inceledik, bilinen hiçbir çeşide benzemedikleri ispatlandı, çoğaltılmaya başlandı. Daha pek çok sürprizimiz olacak. Ne mutlu bize ki, 1.5 sene önce piyasaya çıkmış bir marka olmamıza rağmen, 8 şarabımızın 4’ü yok satıyor. Bu da fiyat-kalite dengesini iyi kurduğumuzu gösteriyor. Ayrıca yurt dışında 16-17 madalya aldık. Bu da bizim için ayrı bir gurur kaynağı.
-Üretim tesisi de oldukça gelişmiş bir teknolojiye sahip sanırım.
ORTABAŞ: Urla şarapçılığı çok özene bezene kurduk. Üçüncü senemizde ürün almamıza rağmen hemen şarap yapalım da katma değer yaratalım demedik. Çünkü bağlarımız henüz çok gençti. Derinlikli şaraplar çıkamayacağı için ilk ürünümüzü çeşitli şirketlere sattık. Altı sene de öyle sabrettik. Fabrikanın projeleri ve planlanması da üç yıl sürdü. Burası Urla’daki eski ve yıkılan evlerin taşlarından inşa edildi. 4 bin 400 metrekarelik alanda kurulu şaraphanenin ürün aldığı alan 350 dönüm.
Şaraphanemiz dünyadaki en yüksek teknolojiye sahip şaraphanelerden biri. Binamız LEED (Leadership in Energy and Environmental Design) sertifikası alıyor. 2 bin 400 metrekarelik üretim bölümümüz yerin altına inşa edildi. İlk yatırım maliyeti çok ağır olsa da yerin altında olduğumuz için yazın 35 dereceye ulaşan sıcaklığı 14 dereceye indirmekle uğraşmıyoruz. Sıcaklık 19-20’yi geçmiyor. Böylece çok az elektrik sarf ediyoruz. Hidroforlarımızdan lambalarımıza kadar her şey LEED sertifikalı. Yağan yağmuru çatılarımızda toplayıp depolarımıza gönderiyoruz. Çıkan suyu çeşitli aşamalardan geçirip bahçemizde kullanıyoruz. Dolayısıyla son derece doğa dostu bir fabrikayız. Mimari olarak 2010 yılında en iyi 10 projeden biri seçildik.
Burası dolaşılabilen bir fabrika. 14 ayda 2 bin 364 kişi dolaştı fabrikamızı. Ziyaretçilerin formları tutuldu, veri bankası oluşturuldu, onlarla iletişimimiz devam ediyor. Satışımızın yüzde 15’ini direkt buradan yaptık.
-Bildiğimiz kadarıyla zeytinyağı da üretiyorsunuz.
ORTABAŞ: Zeytin için fakir toprağın zengin meyvesi denilir, ben ona sokak köpeği de diyorum. Kutsal, ölümsüz bir bitki. Bizim bin 200 yaşında zeytin ağaçlarımız vardı. Zeytinyağı yapmaya kalktım, Ayvalık’tan dalga geçtiler, “Çıksa çıksa sizin oradan motor yağı çıkar” diyenler oldu. Ağaçlar klonsuz, yaşlı, zeytini doğru düzgün sıkan yer yok, 2-3 asitli yağlar çıkıyor. Biz o ağaçları tekrar canlandırdık ve hedefimize ulaştık. Ürettiğimiz zeytinyağı erken hasat, cold pres, organik, üstelik 0.3 asit oranında. 7 yıldır hediye ediyorum bu zeytinyağını. Ünlü gurme Vedat Milor’a göre, Uzbaş’ın zeytinyağı Toscana’dakileri aratmayacak üstünlükte. Demek ki isteyince olabiliyormuş.
-Hedeflerinize ulaştınız mı peki?
ORTABAŞ: Şarap benim için tek başına önemli değil, sadece hayalimin bir parçası. 16 yıl önce başlayan serüvenimde hayalim hiç değişmedi; Made in Urla’yı kurmak, yani Urla’yı bir marka haline getirmek. Şarabın yan sanayisi dediğimiz turizmi buraya getirebilmek. Bir yandan buranın gelir seviyesini, iş imkânlarını artırırken, diğer yandan da doğal yapısını koruyabilmek. Çünkü asıl o zaman katma değer yaratmaya başlıyorsunuz. Bana göre katma değer yaratmayan toplumlar yok olmaya mahkûmdur. Uzbaş’ın ve Urla Şarapçılık’ın tabelalarında da “Made in Urla” yazıyor.
-Hayalinizdeki Urla’yı tasvir eder misiniz?
ORTABAŞ: Capetown, Bordeaux, Toscana gibi dünyanın önemli şarap üretim noktalarına baktığımızda, butik şaraphane, butik otel ve gurme restoran konseptini görüyoruz. Bu konsept Urla’ya da çok uygun. Her şey dahil sistemiyle gelen turist gibi otelden çıkmayan değil, bölgeyi gezip şarap tadımı yapacak, ekim-kasım-aralık aylarında hasadı izleyecek, eğitim ve gelir seviyesi daha üstün insanları ağırlamak istiyoruz. Bu insanlar her şey dahil sistemindeki oteli de yemekleri de beğenmiyor; gezmek, keşfetmek istiyor. 100-150 dolarlık yatak ücretini ödeyebiliyor. Urla’nın topyekun kalkınması için böyle bir modele ihtiyacı var. Aslında bunu kurmak o kadar basit ki, sadece lego gibi yerlerine oturtmanız lazım.
Benim bütün hayalim burada butik şaraphane, gurme restoranlar, butik oteller ve bunların içinde yürüyen, hatta golf arabalarıyla gezen, pırıl pırıl insanlar görmek. Katma değer yaratan, birisi 200 dolara oda satarken, köylünün de yan odasını üniversite talebesine 25 dolara kiraladığı bir Urla. Toscana’ya gidince bunları görüyorsun.
Ben bu hayalin gerçekleşmeye başladığını göremeden ölürsem gözüm açık gideceğim. 51 yaşıma girdim, 35 yaşımdan bu yana bunun için uğraşıyorum. Ben burada sezonda 10-15 gününü değil, en azından 7-8 ayını burada geçirecek, katma değer yaratacak insanları görmek istiyorum. Bu bir hayat tarzı ve ben bu hayat tarzını Urla’ya çok yakıştırıyorum.
-Peki Urla sizin yapmaya çalıştığınız şeyi kaldıracak kapasiteye sahip mi?
ORTABAŞ: Neden olmasın? Agro turizm o kadar büyük bir çekim merkezidir ki. Her şey dahil sistemi ile gelen turist Türkiye’yi tanımıyor çünkü dışarı çıkmıyor. Ama Toscana’ya gidiyorsunuz, iki köy arası 20 kilometre, her birinde 300’er üretici var, ama hiçbir köy diğerinin şarabını satmıyor. Yenilenmiş, beyaz badanalı eski evler, gıcırdayan somyalı bir yatak ama 300 Euro. Bir bakıyorsunuz o odadan Mercedes’in yönetim kurulu başkanı çıkıyor. İtalyanlar öyle uyanık ki, tarlasında organik tarım yaptırıp, gündüz çapalattığı domatesi akşam 20 Euro’ya yediriyor. Bu modeli Urla’ya da uygulayabilirsek inanın bana bu yarımada İzmir’i taşır.
Düşünün bu yıl sadece ben cep telefonumdan Urla, Çeşme ve Alaçatı’da 600 yatak ayırttım. Sonuçta ben turizm acentesi değilim, para kazanmıyorum bu işten ama bunu yaptığınızda doğru insan olmaya başlıyorsunuz. Benim tek derdim şarabımı yapıp satmak olsaydı uğraşmazdım bu kadar. Sonuçta burada bir ateş yakmaya çalışıyorum.
-Bu anlamda Urla, İzmir’de hep konuşulan alternatif turizm hareketinin merkezi olabilir mi?
ORTABAŞ: Elbette, Urla’ya gelen insanın yapabileceği o kadar çok alternatif var ki. Burada butik otelde kalan bir insan şarap tadımına çıkabilir, ertesi gün çevredeki at çiftliğini dolaşabilir, doğa yürüyüşlerine katılabilir, akşam sahilde yemek yiyebilir, dünyanın en iyi sörf merkezlerinden biri olan Alaçatı’ya gidip sörfünü yapabilir.
-Bu hayalin gerçekleşmesi için neler yapılmalı sizce?
ORTABAŞ: Belki bir koordinasyon kurulu oluşturmak lazım; üniversite, kamu kurumları, özel sektör, halk birlikteliği sağlanmalı. Bölge tarıma dayalı sanayi ve turizm bandı olarak belirlenip korunmalı ve güzelleştirilmeli.
Kültür ve Turizm Bakanımız burayı gördükten sonra bana özel sektörün neler yapabileceğini daha iyi anladığını söyledi ve ondan ne istediğimi sordu. Ben de kendisine bakanlığın birleştirici mekanizma olarak önemli bir görev üstlenebileceğini anlattım. Çünkü tek başına bireylerin yapabilecekleri bir yere kadar sınırlı. Bakanlık, valilik, belediye başkanlığı, hepsi tek bir hedef etrafında hareket etmeli.
-Tüm bunlar için bir zaman öngörünüz var mı?
ORTABAŞ: Bu sinerji yavaş yavaş oluşmaya başladı. Bana göre 6-7 sene sonra iyice filizlenmeye başlar ve 10-15 sene içerisinde gerçeğe dönüşür.
-İzmir’de bu kadar önemli projelere imza atan bir işadamı olarak, kente dair sürekli dile getirilen yakınmalar hakkındaki düşünceniz nedir?
ORTABAŞ: Ben İzmir, Karşıyaka’da doğan, EGİAD Başkanlığı yapan, sonra da İzmir ve Urla’da iş yapmaya çalışan bir vatandaş olarak, “İzmir’den bir şey olmaz”,” İzmirli tembeldir, çalışmaz” vb. görüşlere asla katılmıyorum. Bunun sürekli dile getirilmesinden de rahatsızım çünkü İzmir’e dair yanlış izlenim oluşmasına neden oluyor. Düşünün Le Monde Gazetesi’nin muhabiri bana bunu sordu. Ben ise onunla mücadele etmek yerine konuyu başka bir yöne çektim; “İnsanlar ne için çalışır, çalışıp senede 1 ay tatil yapabilmek için, çocuklarını daha iyi okutmak ve daha iyi bir geleceğe sahip olmak için. İzmir o kadar güzel bir yer ki, topraklarının her bir metresinde tüm Anadolu gibi başka bir tarih yatıyor, dört mevsimi yaşıyor, dünyanın en iyi tatil yerlerine en fazla 50 dakika uzaklıkta. İzmir tüm bunlara sahipse İzmirli bunları değerlendiriyorsa bunun eleştirilecek nesi var? Ben dünyanın hiçbir yerinde yaşamak istemem, İzmir’de çok mutluyum” dedim.