Tire’nin Dereleri ve Uygarlığın İzleri
Uygarlık, tarih boyunca su kenarlarında serpilip gelişti. Tire’de de böyle oldu. Sardeis’ten Ephesos’a uzanan Kral Yolu boyunca vadilere gizlenmiş dere yatakları, Güme dağından Kaystros (Küçük Menderes) ovasına binlerce yıl durmadan usanmadan uygarlığın kaynağı suyu taşıdı. Suyun bereketi ile, bugün kırık dökük de olsa izi hala sürülebilen, Tire’nin güçlü tarihsel dokusu kaldı geriye.
Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Fotoğraflayan: İ.Fidanoğlu
Uygarlık, tarih boyunca su kenarlarında serpilip gelişti. Tire’de de böyle oldu. Sardeis’ten Ephesos’a uzanan Kral Yolu boyunca vadilere gizlenmiş dere yatakları, Güme dağından Kaystros (Küçük Menderes) ovasına binlerce yıl durmadan usanmadan uygarlığın kaynağı suyu taşıdı. Suyun bereketi ile, bugün kırık dökük de olsa izi hala sürülebilen, Tire’nin güçlü tarihsel dokusu kaldı geriye.
Tire’ye Selçuk tarafından gidildiğinde ilk önce Yuvalı Deresi karşılar sizi. Yuvalı Deresi’nin üstünde Hisarlık köyü ve Hisarlık tepesi yer alır. Tepeye adını veren Hisarlık, aslında Pers ve Bizans döneminde savunma amaçlı yapılmış bir kaleyi tanımlar. Köyün hemen dışında, yürüyerek ulaşılabilen kaleden günümüze ovaya doğru bakan burçlar ve sur duvarları kalmıştır. Hisarlık köyü içindeki ahşap cami; mihrabında yer alan barok süslemeleri, ahşap minberi ve çökmekte olan ahşap çatısı ile zamana direnir. Son cemaat yerinde bulunan mavi boyalı tahta parmaklıklı kapı ise, zamane ziyaretçilerine esen rüzgârla birlikte derdini fısıldar gibidir adeta.
Kaplan Deresi, Güme dağında yer alan Kaplan köyünden ovaya doğru akar. Derenin bir kolu aşağıda Beyler Deresi adını alır. Beyler Deresi’nin ovaya kavuştuğu noktada 15. yy yapısı Yavukluoğlu (ya da Yoğurtluoğlu) Külliyesi yer alır. Dönemin güçlü kişilerinden Yoğurtluoğlu Mustafa Paşa tarafından yaptırılan külliyede cami, imarethane, medrese, şadırvan, muvakkithane ve kabristan bulunmaktadır.
Kaplan Deresi, Güme dağında yer alan Kaplan köyünden ovaya doğru akar. Derenin bir kolu aşağıda Beyler Deresi adını alır. Beyler Deresi’nin ovaya kavuştuğu noktada 15. yy yapısı Yavukluoğlu (ya da Yoğurtluoğlu) Külliyesi yer alır. Dönemin güçlü kişilerinden Yoğurtluoğlu Mustafa Paşa tarafından yaptırılan külliyede cami, imarethane, medrese, şadırvan, muvakkithane ve kabristan bulunmaktadır.
Harlak’ın daracık Arnavut kaldırımlarından süzülerek inmek, insanı yüzlerce yıl gerilere götürür. Aşağıya doğru daracık koridorlardan ilerlediğinizde; Tire’nin eski Hükümet Binası, Güdük Minaresi, eski hayatlı evleri bir renk cümbüşü ile karşılar sizi. Güdük Minare, diğer adıyla Kara Hayrettin Cami ve dibindeki tarihi çeşme dimdik ayakta durmaktadır. Caminin çaprazındaki Giritli Ahmet Evi, mimari özellikleri ile hemen dikkati çeker. Her evin bahçesinde kayrak taşlar, kenarlarında rengârenk sümbüller, laleler, kara fatmalar, ıtırşahiler ve şimşir ağaçları yer alır. Şimşir; geç büyümesi, daima yeşil kalması ve sert odunu ile yemek kültürünün bir parçasını oluşturur. Çatal ve kaşığın hammaddesi şimşir ağacıdır. Tireli, çiçeği ve ağacı çok sever. Evin bahçeleri, bahar aylarında en özel dinlenme mekânlarıdır. Asma, erik, yenidünya bahçelerde mutlaka yetiştirilen meyvelerdir. Evlerin dış duvarlarının renkleri genelde sarıdır. Altta kırmızı kuşak, iç duvarlarda ise çivit mavi renkler hakimdir. Bu renkler; gökyüzü, güneş ve ateşi anımsatır. Bir anlamda, Türklerin kadim inançları evlerin boyasına kadar yansımıştır.
Yalınayak Cami, Alay Parkı’nı terk edip eskiden Yahudilerin oturduğu Mısırlı Mahallesi’ni geçince karşınıza çıkar. Sağınızda hamam kalıntısı, solunuzda Yayla Fakih Mescidi, onun yanında da Neşet Bey Konağı yer alır. Bu yapıların her biri restorasyon beklemektedir. Üç beş sene sonra bu yapıların hiç birini göremeyebiliriz
Yalınayak Cami imamı, camiden söz ederken “bu benim aşkım” demektedir. İmam, bu sözleri ile köklere ve yaratanın kutsallığına olan tutkulu bağlılığını ifade etmektedir. Caminin avlusunda yer alan şadırvandaki mermerlerin her birinin çiçek motifi, sanki bu toplumun çiçeğe olan sevgisini kanıtlar gibidir. Su, çeşme, mermer ve şadırvan; sanatını konuşturan ustaların bir armonisi şeklinde yüzyıllardır nazlı duruşu ile zamana meydan okumaktadır.
Tüm güzellikler kalıcıdır. Aşk, vücutta salgılanan bir mutluluk hormonunu değildir sadece; yaşamın her alanında tutkuyla hayata olan bağlılığı ifade eder. Orada duran tek bir taşın veya tuğlanın emeği başka türlü nasıl anlatılır? Suyun getirdiği bu yaşam, çamurun tuğlaya dönüşmesi, mükemmeli arama sevdası… Camide, minberde, minarede, mihrapta yüzyılların birikimiyle gelen bu kültürel olgu ile haz duyma hissiyatı… İmam kardeşimizin aşkı belki böyle açıklanabilir. Bize düşen ise bu değerli insanı kutlamaktır ve aşkının her dem taze kalmasını, gelecek kuşaklarda da bu aşkın sürmesini canı gönülden dilemektir.
Yalınayak Cami ve çevresini bu duygularla terk edip doğuya doğru ilerlediğinizde; karşınıza bu kez Eskiyeni Hamamı, biraz aşağıda ise minaresi mısır motifli Karahasan Cami muhteşem görüntüsü ile sizi kendine çeker. Eskiyeni Hamam, hala çalışır vaziyette olup içindeki havuzu ile türünün tek örneğidir. Hamamdan yukarı çıkarken solda Falakalıların Evi, sağda ise boş bir arsa görürsünüz. İşte bu boş arsada yakın zamana kadar, belki akıbetinden de sorumlu olduğumuz, Sancaktar Ağa (Bayraktar Ağa) Konağı yer almaktaydı. Ne yazık ki zamanın akışına dayanamamış bu muhteşem yapının yerinde şimdi yeller esmektedir.
Şimdi artık yerinde bulunmayan Sancaktar Ağa Konağı’nın hemen üstünde Kaziroğlu Cami yer alır. Caminin geniş avlusu içinde medrese odaları ve Mevlevi dervişlerinin yattığı hazire bulunmaktadır. Cami 14. yüzyıl eseridir. Kazir sözcüğü, Osmanlıca’da su kanalı anlamına gelir. Caminin özelliklerinden biri de, içinde devamlı akan bir çeşmesinin varlığıdır. Aynı kaynak suyu, Yalınayak Cami’nde de bulunmaktadır. Kaziroğlu Cami’nin üstünde, batıya doğru bir zamanların meşhur Havuzlu Kahvesi yer almaktaydı; ancak ne yazık ki şu anda orası da boş bir arsa haline gelmiş durumda. Tire’nin Derekahvesi gibi, Havuzlu Kahvesi de insanların geçmişte topluca eğlendikleri mekânlardı.
Havuzlu Kahve’den doğuya doğru yürürseniz Ulu Cami’ye ulaşırsınız. Oradan da Derekahve çok yakındır. Derekahve; zamanında Değirmendere, Kaplan dereleri gibi bol suyu ve değirmenleri ile başta İzmir olmak üzere çevreden daima bol ziyaretçi çekmiştir. Derekahve, İzmirli Levantenlerin hafta sonları akın ettikleri, bir zamanların meşhur mesire yeriydi. Seha Gidel Hocamızın anlatımına göre; Derekahve, o yıllarda İzmir’den trenle gelen azınlıkların katıldığı baharı karşılama şölenlerinin düzenlendiği, kendine özgü ahşap eyvanlı iki katlı dereye bakan evleri ve güçlü bir şekilde akan sularıyla hoş bir dinlenme mekânıydı. Bu şölenlerin meşhur yemeklerinden biri de verimli Küçük Menderes Ovası’nın sunduğu, küçük bir çocuk büyüklüğündeki o güzelim marullardan yapılan marul yemeği idi. Daha yakın zamanlara kadar adına şölenler düzenlenen marul yemeği de birçoğu gibi şimdilerde unutuldu. Çınar ağaçlarının altında toplu olarak yenilen yemekler, söylenen şarkılar ile eğlence kültürünün en mükemmeli buralarda yaşanmıştı. Bu mekânlar, 6 bin yıllık bir yaşamın izlerini taşımaktadır.
Hoşgörünün ne demek olduğunu öğrenmek isteyenlere Derekahve’deki aynı binanın altının havra, üstünün ise cami (Şems Mescidi) olarak kullanıldığını anımsatalım. Bu insanlar; herhalde, dinlerimiz farklı, ama yolumuz aynı diyorlardı. Derekahve’deki Şems Mescidi dünyada örneği olmayan bir hoşgörü yeri olarak ilan edilmeli. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” demiş ünlü şairimiz Nazım. Küresel baronların girdiği her yerde, ilişkilerde insana ait hiçbir şey kalmıyor artık.
Hoşgörünün ne demek olduğunu öğrenmek isteyenlere Derekahve’deki aynı binanın altının havra, üstünün ise cami (Şems Mescidi) olarak kullanıldığını anımsatalım. Bu insanlar; herhalde, dinlerimiz farklı, ama yolumuz aynı diyorlardı. Derekahve’deki Şems Mescidi dünyada örneği olmayan bir hoşgörü yeri olarak ilan edilmeli. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” demiş ünlü şairimiz Nazım. Küresel baronların girdiği her yerde, ilişkilerde insana ait hiçbir şey kalmıyor artık.
Dut için şöyle bir söylem vardır: Dut, peygamber meyvesidir. Herkes mutlaka senede bir defa da olsa yemelidir. Hoca Ahmet Yesevi’nin, dutun dalını Anadolu’ya fırlattığı ve Hacı Bektaşi Veli’ye “Bu dal nereye düşerse orayı yurt edin” dediği; dut dalının Kayseri civarında Sulucakarahöyük beldesine düştüğü ve Hacı Bektaşi Veli’nin de oradan müritlerine Rum Eli’ne gitmeleri yönünde emir verdiği söylenmektedir. Bu anlamda; Tire, tarihsel konumu gereği pek çok Horasani erene ev sahipliği yapmıştır. Bugün, bizler bu gerçeği onların türbelerinin çokluğundan anlamaktayız.
Tire’nin yamaçlarında yer alan mahalleleri sıralarsak; doğuda Hafsa Hatun Külliyesi’nin bulunduğu Duatepe Mahallesi, batıya doğru Paşa Mahallesi, Dere Mahallesi, Bahariye Mahallesi, Ketenci Mahallesi ve Dumlupınar Mahallesi yer alır. Buradan tekrar Tire’nin en batısına dönersek, orada Beyler Deresi ve Bedri Bey Deresi sanki uygarlığın beşiği burası izlenimini vermektedir insana. Dünya uygarlıkları da öyle kurulmadı mı? Mezopotamya, Maveraünnehir, Nil nehri deltası bu uygarlıkların beşiği olmadı mı?
Tire’de Türklerden önce uygarlığın izlerine Küçük Menderes havzasında rastlansa da, Türklerin Tire’ye Aydın Dağları’ndan sarktıkları kesindir. Temel ekonomik geçim kaynağı hayvancılık olan bir toplumun yerleşik bir topluma geçmesi kolay olmamıştır. Tire’nin Güme Dağı’nın eteklerindeki tepeler ve semtlerine baktığımızda Türklerin izlerine rastlamak mümkündür. Ayrıca, şehrin yukarılarında yer alan camilerin kuruluş tarihlerinin eskiye, yani beylikler dönemine gitmesi de bunu kanıtlamaktadır. Narin Cami, Kazir Cami, Güdük Minare, Molla Cami, Hafsa Hatun Külliyesi, Şeyh Cami gibi camiler dağın eteklerine saçılmış, tarih bakımından oldukça geriye giden mimari yapılarımızdır.
Tire’ye bir de Alay Parkı’ndan ve hemen üzerinde yer alan Mısırlı Mahallesi’nden bakalım. Adı üzerinde, zamanında askeri alayın bulunduğu ve tüm bayramların halkla birlikte kutlandığı alan burasıdır. Bu alan, bir zamanlar şehrin merkezi olarak işlev görmüştür. Şimdi ortasında, zamanında Tire’nin misafir olarak ağırladığı önemli şahsiyetlerden Şanizade Ataullah Efendi’nin anıtı vardır. Osmanlı’nın önemli hekimlerinden olan Şanizade Ataullah Efendi (1771 – 1826), Tire’ye sürgün olarak gelir ve ilk hastane kuruluşunda önderlik yapar. Alay Parkı, aynı zamanda Şanizade Meydanı olarak da bilinir.
Meydanın tam karşısında Yanık Konak olarak bilinen ve geçirdiği bir yangın sonrası bu hale gelmiş olan yıkık bir konak bulunmaktadır. Konağın sahibi Hacı Ali Paşa olarak bilinen, tahminen 19. yy’da Tire’ye Saray’dan atanmış bir kazaskerdir. Seha Gidel Hocamızın(1) anlatımına göre; kendisine binlerce dönüm arazi tahsis edilmiş olan Hacı Ali Paşa’nın sülalesi, yakın zamana kadar Tire’nin en zengin kuşağını oluşturmuştur. Söz Hacı Ali Paşa’dan açılmışken torunu Ali Okan’ın belediye başkanlığı yaptığını da belirtelim. Tire, onun zamanında ilk defa elektrik motoruna kavuşmuştur. Damadı, torunu derken bu ailenin sonraki kuşaklarının Tire sosyal hayatından çekildiğini görmekteyiz. Aile üyelerinin kimi çiftliklerinde kendi hayatını yaşarken, kimi de okuyup Tire’yi terk etmişler. Demokrat Parti’nin önemli simalarının, sözünü ettiğimiz bu aile ile akrabalık ilişkileri vardır. En başta Adnan Menderes, bu ailenin anne tarafından akrabasıdır. Demokrat Parti’den milletvekilliği yapan Sadık Giz de öyle.
Son yıllarda feodal yapıların parçalanması ile birlikte sermayenin daha çok ticaret erbabında toplandığını görmekteyiz. 1950’lerde Amerikan yardımları ile tarıma makineler sokulmuş ve tarımın modernizasyonu çalışmaları dışarıdan güdümlü ekonomilerle yürütülmüş; bu hata bugünlerde koskoca ovanın çölleşmesine sebep olmuştur. Dünyanın en verimli ovalarından olan Küçük Menderes Ovası bilinçsizce, hoyratça kullanımın cezasını kullananlara mutlaka ödetecektir. Büyük çiftlik sahiplerine tanınan ayrıcalıklar sayesinde, ne yazık ki tarımın sadece teknolojik araçlar ile değil, özellikle bilgi ile donatılmış insan gücünün desteğinde daha başarılı sonuçlar verebileceğini göremedik. Şimdilerde gübre ve ilaçla kirletilmiş, yüzeyden alınan suların artık iyice derinlere kaçtığı Küçük Menderes Ovası kurumuş ve kirli atıkların karıştığı bir yer haline gelmiştir.
Şanizade Meydanı’na dönersek; meydan, Tire’de daha çok 39. Alay’ın Cumhuriyet kutlamaları ile anımsanmaktadır. Halkın, Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Şenlikleri’ndeki coşkusu hala belleklerdedir. Yeni Cumhuriyetin kurucuları, halkla birlikte meydanı hınca hınç doldurup zaferin coşkusunu hep birlikte iliklerinde hissetmişlerdir. Tire Halkı, aynı coşkuyu 4 Eylül Kurtuluş Günü törenlerinde hala yaşatmaktadır. 4 Eylül kutlamaları, sosyolojik açıdan ayrıca incelenmelidir. Zira bu kutlamalarda, tüm esnaf örgütleri meydanda sıraya girip halkı selamlamaktaydı. Demircisi, semercisi, tandırcısı ve daha nice esnaf örgütü meydanda toplanırlar ve düzenli bir şekilde yürüyüşe geçerlerdi. Bir yanda davullar çalınır, diğer taraftan Belediye Bandosu marşlar çalardı. Bu kutlamaların aynısını, Bugün Orta Asya Türkî Cumhuriyetlerinde görmek mümkündür. Tire’nin bu geleneği, Anadolu’nun Türkleşmesinde emeği geçen Horasani önderlerden devraldığı kesindir. Onlar, buraya gelmekle aynı zamanda insanımızın binlerce yıllık yaşam serüvenini, şimdi üzerinde yaşamakta olduğumuz bu topraklara taşımış oldular. Bedri Bey, Alamadan Dede, Derviş Gazi, Alayhan Dede ve daha niceleri ata kültürümüzün taşıyıcılarıdır.
Bayramlardan söz ederken, dini bayramların toplumdaki işlevinden söz etmeden olmaz. Bayramların Türk toplumunda ayrı bir anlamı vardır. Küçükler, büyüklerin evlerinde toplanır ve beraber yemekler yenir. Hal hatır sorarlar birbirlerine. Ailenin en küçükleri ile en büyükleri arasında sevgi ve saygı köprüleri oluşturulur. Ölenlerin mezarlarına ziyaretler yapılır. Ata mezarının başında dua edilir. Mezarlar, mersin ağaçlarının dalları ile süslenir. Tire, bu kültürel yoğunluğunu, aynı topraklarda yaşamış olan çok farklı medeniyetlerden almış ve ortaya bir sentez çıkarmıştır. Burası; kesinlikle medeniyetlerin kesiştiği, harmanlandığı yer, Anadolu’nun bir parçasıdır.
Meydandan batıya, Ketenci Mahallesi’ne doğru yürüdüğümüzde, yukarı doğru üç ana sokak uzanır. Bir zamanlar, bu sokaklarda farklı kültürlerin bir arada yaşadığına dair tanıklıklar var. Alaybey Cami çevresi, Yahudilerin yoğun olarak oturdukları mekânlardı. 1960’lara kadar Mısırlı Mahallesi’nde Yahudiler, kendilerine özgü yaşamlarını sürdürmekteydi. Yahudi Mahallesi’nde, uzun kış gecelerinde çerez olarak tüketmek üzere karpuz-kavun çekirdekleri ve mısırlar kurutularak kavruluyordu. Bu evlerin sahipleri Tire’nin ticaret hayatını ellerinde tutuyorlardı. Mısırlı Mahallesi’nin bu sakinlerinin yazın kavun çekirdeğinden yaptıkları ve soğuk içilen sübye şerbeti pek meşhurdu. Oldukça leziz bu içeceği bugün de Tire’de bulmak ve içmek mümkündür. Demo adlı ağabeyimiz, yazları sübyeyi özellikle Tire’nin meşhur Salı Pazarı’nda Tirelilere hala içirmektedir.
Bugün Mısırlı Mahallesi, Şanizade Meydanı ve tıbbın büyük insanı Şanizade Ataullah Efendi adına dikilen anıt ve yine onun yanı başında yanan konağının kalıntısı ile mahzun bir görüntü sergilemektedir. Zamanında meydanda düzenlenen partiler, güzel Yahudi kızlarının alımlı yürüyüşleri; hepsi de yaşlı büyüklerimizin belleklerinde çok güzel anılar olarak kalmış bulunmaktadır. Bir yanda Cumhuriyetin Onuncu Yıl kutlamalarını ve o muhteşem coşkuyu, bir yanda da gece balolarını ve tüm etnik toplulukların paylaştığı bu ortak sevinci unutmak mümkün değildir.
Tire’de resmi bayramlar, önceleri İlk Mektep Caddesi’nde (Türkocağı Caddesi) yapılırdı. Bu cadde, Ihlamur Meydanı’ndan aşağı doğru inen caddedir. Bugün Ticaret Odası’nın bulunduğu bina, ahşap ve oldukça eskiydi. Bu bina, Yunan işgalinde hükümet binası olarak kullanıldı. Seha Gidel Hocamız, yıllar sonra o binanın bodrum katında insan iskeletleri ve üniformalı ölmüş askerler gördüklerini belirtmektedir. Bu binanın yan tarafı da jandarma binası idi. Bu bina, daha sonra Türkocağı binası olarak kullanılmıştır. İşte ilk resmi törenler bu binanın önünde gerçekleştirilirdi. Bu caddenin başında Seha Gidel’in doğduğu ev ile önceleri Türkocağı’na ait olan sinema ve daha aşağıda Kumkuma Meyhanesi (daha sonraları Seha Bey’in atölyesi olarak hizmet vermiştir) bulunuyordu. Dini bayramlarda bayramlaşma töreni ise Tahtakale’den Yeni Cami’ye doğru ilerleyen sokakta yapılırdı.
Meydandaki Hacı Ömer hayratı olan çeşmeden kim bilir kaç Yahudi kızı su içmişti? Kim bilir kaç Türk delikanlısı su içen bu güzel kızlara iç geçirerek bakmıştı? Tire, hoşgörüsü ile yıllarca Yahudileri ve Rumları bağrında taşımıştır. Komşuluk ilişkilerinden tutun da, aynı okullara gidip, aynı sokaklarda gülüp eğlenen ve sadece inanışları diğerlerinden farklı bu insanların, Tire’nin toplumsal belleğinde derin izler bıraktıktan sonra yakın geçmişte Tire’yi terk ettiklerini biliyoruz.
Tire Müzesi’nin de bulunduğu Şanizade Meydanı’ndan çıkan sokaklar, sizi uygarlığın başka izlerinin bulunduğu Eski Yeni Hamam ve hemen yanındaki Yalınayak Meydanı’na götürür. Meydanın bitişiğinde Alaybey Cami, biraz ileride Kara Hasan Cami yer alır. Bu sokaktan Kaziroğlu Cami’ne kadar çıkabilirsiniz. Bu arada Yalınayak Meydanı’ndan Havuzlu Kahve ve Hacı Kalfa’ya da ulaşmak mümkündür. Tire’ye, Hacı Kalfa’dan ve yanındaki Buğday Dede’den bakıldığında şehrin tarihi dokusu kendini ele verir. Hanların, hamamların, camilerin, türbelerin, bedestenlerin ve eski evlerin, tepelerin diplerinden yukarılara doğru tırmandığını görürsünüz. Bu bölgede Türklerin miras bıraktığı eser yoğunluğu, şehrin geçmişini gözler önüne serer. Zira beylikler döneminden itibaren bu şehir önemini daima korumuştur. Özellikle, 14. yy dan sonra bu önemli külliyelerde yetiştirilen öğrenciler, fetih hareketinden sonra Rumeli’ye yerleştirilmiştir. Tire bu anlamda; Osmanlı’nın Balkanlar’daki egemenliğinin perçinlenmesinde yetiştirdiği öğrencilerle bir ocak işlevi görmüştür.
Bu külliyelerin günümüzün üniversiteleri olduğu gerçeği göz önüne alınırsa, şehrin o yıllarda bir eğitim ve kültür merkezi olduğu anlaşılır. Yavukluoğlu, Molla Arap ve Hafsa Hatun külliyeleri bugün yetkililerin ilgisini beklemektedir. Paris veya Roma dendiğinde ilk akla gelen nedir? Tire dendiğinde ilk akla gelen ne olacaktır? Turizmin mikro değerlere yöneldiği, dünyanın küçüldüğü günümüzde geleneksel değerlerin korunması ve geliştirilmesiyle geleceğe yönelmek gerekir. Karakadı Cami restorasyonu için hayatını adayan Halil Amca, ayağa kaldırılan eserin karşısında gururla bize bu muhteşem eseri anlatmakta. Gönül ister ki, bu tür bireysel çabalar kurumsallaşsın.
Karakadı Necmettin Cami, bugün Kocabıyık Mahallesi’nde bulunmaktadır. Devşirme sütun başlıklarının hepsi birbirinden farklı olup, medrese odaları ve minaresindeki süslemeler görülmeye değerdir. Tire’yi Tire yapan değerlerin onlarcası bugün ne yazık ki bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Bu arada belirtelim; Osmanlı döneminde en güzel minare yapma yarışmalarının yapıldığını, 2007 yılının Aralık ayında ebediyete intikal eden Lütfi Filiz’den öğrenmekteyiz. Bugün Tire’de Karahasan, Narin, Kazir, Hüsamettin ve Karakadı Necmettin camilerinin minareleri, motif zenginliği ile ziyaretçileri büyülemektedir. Yine, Seha Gidel Hocamızın anlatımına göre; bir gün Tire’ye ülkemizin değerli bilim adamlarından Ord. Prof. Süheyl Ünver gelir. İbn-i Melek Hazretleri’ni ziyaretinde “bir gün ülkemizin yabancıların eline geçebileceğini, ülke topraklarının bize ait olduğunu kanıtlamak zorunda kalırsak, o gün; geçmişten gelen en küçük bir parçanın, en muhteşem apartmanın tapusundan daha değerli olacağını” ifade eder.
Tire’nin en doğusuna geldiğinizde, başı Paşa Çeşmesi’nden başlayan derin bir vadi uzanır. Burası Değirmendere olarak anılır. Vadi içinde eski zamanlarda, 37 adet değirmeni ile birlikte gürül gürül akan suyun Tire’ye ulaştığı noktada, tarihi oldukça eski (14. yy yapısı) Hafsa Hatun Külliyesi ile birlikte Duatepe Mahallesi ve bu mahallenin Ekinhisarı semti yer alır. Ekinhisarı, bir zamanlar yüzlerce tarihi beledi dokuma tezgâhının çalıştığı ve onu besleyen diğer lojistik noktaların bulunduğu yerdi. Bu geleneğin son temsilcilerinden birisi olan Saim Bayrı da bu semtte yaşadı. 1402’deki Ankara Savaşı’ndan sonra Timur’un, Tire’ye geldiğinde bu bölgede dört ay konakladığı söylenmektedir. Ayrıca Timur’un, Canbazlı, Kemerdere ve çevre köyleri gezerken söylediği rivayet edilen sözler bugün hala halkın hafızasındadır. “Canbazlı kadınları onsun” veya “Kemerdere erkekleri onsun” gibi övücü ifadeler bugüne kadar söylene gelmiştir.
Batıdan doğuya, dereler boyunca suyun, tarihin derinliklerinden sızarak ardında bıraktığı izlerdir aslında anlattıklarımız. Bazıları söylence olsa da, hala bugün Tire’de daracık sokakların ve Aydın Dağları’na doğru tırmanan dik yokuşların ulaştığı köşe başlarında, bunların delilleri ve sırları saklanmaktadır; tabii ki görene ve duymak isteyene…
Dipnotlar:
- Seha Gidel (1928- ) Tire’nin yetiştirdiği ünlü ressam, resim öğretmeni ve bilge adam; Tire’de herkesin öğretmeni olan Seha Hocamız, Tire’nin yaşayan canlı tarihi gibidir. Tire’de kendisinin eseri olan çeşmeleri, anıtları ve özellikle Kurtuluş Savaşı’nı ve Tire’yi betimleyen resimlerini Tire’nin muhtelif yerlerinde görebilirsiniz. Allah ona sağlıklı ömürler versin.
2. Fotoğraflar, belirtilenler dışında, 2000’li yıllarda gerçekleştirilen muhtelif Tire gezilerinde İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.