Buca

İzmir ekonomisi ve kültürüne büyük katkı sağlayan Levantenlerin yaşadıkları evler kentin mimarlık tarihinin önemli yapıları arasında yer alır. Buca ilçesinde bulunan Baltazzi (Baltacı), Rees, De Jongh ve Forbes köşkleri, İzmir Levantenlerinin yaşamına ışık tutan anıtsal örneklerdir

Yazı: Prof. Dr. İnci Kuyulu Ersoy / E.Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü

İzmir’in güney hinterlandına bağlantıyı sağlayan Buca, Levantenler için genellikle sayfiye evlerinin bulunduğu banliyö olarak kabul edilse de, demiryolunun gelmesinden önce de okul, kilise gibi mevcut kurumlarıyla merkezle devamlı bağlantılı olan bir yerleşim merkezi idi. Ancak, 1860 yılında hizmete giren İzmir-Aydın demiryolu bağlantısı, kuşkusuz Buca’da oturan Levanten sayısında gözle görülür bir artış sağlamıştı. Bu durum Cevat Sami ve Hüseyin Hüsnü’nün, İzmir – 1905 isimli kitabında şöyle anlatılır: “Buca Köyünde İzmir’de ticaretle meşgul olan tüccar sınıfının en meşhur olanlarının güzel ve zarif birçok köşklerine tesadüf olunur. Burası en ziyade, Bornova gibi İngiliz ileri gelenlerinin ikametine mahsustur.”

1856 yılında Sultan Abdülmecit, 1863 yılında da Sultan Abdülaziz’in Buca’da Levanten aileler tarafından misafir edilmeleri, bu tüccar ailelerin saray nezdinde de ne kadar güçlü ve hatırlı olduklarının bir göstergesidir. Gerçekten de, tanımda sözü edilen meşhur ailelerin maddi ve manevi anlamda son derece rahat bir yaşam sürdürdüklerinin en somut ifadesi ya da diğer bir değişle belgesi bu köşklerdir. Batılı yaşam tarzına uygun yaşayan Levantenlerin yaptırdıkları köşklerin inşasında lüks ve ithal malzeme kullanımı dikkati çeker. Hatta, usta ve mimar konusunda da aynı duyarlığı gösterdikleri söylenir. Yaşam tarzı gibi köşklerinin inşasında da, bireysel tercihlerini kullanarak Avrupa’ya özgü mimari tasarım ve süslemelere ağırlık verdikleri, ayrıntıda da olsa yer yer lokal değerlerle beslendikleri görülür. Yaptıran ailenin soysal konumu, kültürel seviyesi, belki de en önemlisi ekonomik gücü ve bu unsurların oluşturduğu alt yapı, köşklerin dış görünümlerinde önemli farklılıklar ortaya konmasına neden olmuştur.

Bu yazımızda bir bölümü ortadan kalkmış Buca köşklerinden birkaç anıtsal örneği kısaca tanıtacağız. Bu önemli dört örnek sanırım Levanten köşkleri hakkında bir fikir verecektir.

Neoklasik esintiler taşıyan Baltazzi (Baltacı) Köşkü

Buca’nın en erken tarihli köşklerinden biri olduğu kabul edilen yapının hem yaptıranı (Baltazzi / Baltacı) hem de inşa tarihi (1850 / 1880) konusunda farklı görüşler vardır. 1856’da Sultan Abdülmecit’in, 1863’de de Sultan Abdülaziz’in bu köşkte misafir edildiği bilinir. Daha sonra el değiştirdiği, yeni sahibi Ermeni /Rum Ispartalıyan tarafından özellikle bahçesinin havuz ve heykel düzenlemeleriyle yeniden tasarlandığı ifade edilir. Kurtuluş Savaşı sonrasında kamulaştırılan yapı, ardından eğitim amaçlı kullanılmaya başlanmıştır.

Geniş bir arazi içine yapılmış köşkün müştemilat binalarının bugün mevcut olmadığı söylenir. İki katlı yapı, son derece simetrik bir plan tasarımına sahiptir. Her iki katta da mekanlar, ortada bulunan geniş bir dağılım mekanının etrafında yer alır. Cephe düzenlemesinde de simetri kaygısının sürdürüldüğünün izlendiği yapıda, ön ve arka cepheler farklı tasarımlara sahiptir. Ana cephede, genel olarak Neoklasik bir hava sezilmekle birlikte, bu vurgunun alt kattaki üçlü giriş ve iki yanındaki birer pencere düzenlemesiyle sağlandığı görülür. Üst katta ise, diğer cephelerde de olduğu gibi, sade görünümlü dikdörtgen formlu, kapı ve pencere açıklıkları dikkati çeker. Yapının konsollarla desteklenmiş geniş ahşap saçak düzenlemesi ise yerel değerlerle beslenen bir anlayışın ürünüdür.

Rönesans üslubunun ilginç örneklerinden Rees Köşkü

Buca’nın önemli köşklerden biri de İngiliz Rees Ailesi’ne aittir. Yapılış tarihi konusunda farklı görüşler ileri sürülen köşkün 1890, 1895 ya da aynı yüzyıl sonunda inşa edildiği sanılır. 20’nci yüzyılda birkaç kez el değiştirdiği görülen yapıya Birinci Dünya Savaşı esnasında el konularak Darül Muallimin (Yatılı Kız Okulu) olarak işlev verildiği; savaş sonrasında ise aileye tekrar iade edildiği bilinir. 1930’ların sonlarında ailenin kentten ayrılmasıyla istimlak edilen yapı, günümüzde 9 Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi tarafından kullanılıyor.

Geniş bir arazi içinde konumlandırılmış Rees Köşkü, üç katlı ana bina ile bu binaya bitişik tek ve iki katlı inşa edilmiş çeşitli binalardan oluşur. Rönesans üslubunun ilginç örneklerinden olan ana binanın kuzeydoğu köşesinde sosyal statünün ifadesi olarak bir kule yükselir. Yeri gelmişken Hipodrom ve dolayısıyla at yarışlarının 1863 yılında Sultan Abdülaziz’in katılımıyla İzmir’de başlamasının öncülüğünü yapan ailelerden birinin de Rees Ailesi olduğunu belirtmek gerekir. Yapının iç mekanı yoğun süslemeleriyle dikkati çeker. Özellikle kütüphane, şeref salonu, balo salonu gibi isimlerle anılan ana salonun tavanlarını bezeyen alçıdan yapılmış bitkisel örnekli süslemeler, bu mekanın diğerlerinden farklılığını ortaya koyar. Rees Köşkü hemen her mekanında bulunan şömineler ile adeta bir şömine müzesi gibidir. Hepsi birbirinden farklı ve yoğun süslemeli olan şömineler, genellikle farklı renkte çini plakalarla çerçevelenmiştir. Bunlar arasında su kuşu figürleriyle desenlendirilmiş, tavus kuşu motifiyle taçlandırılmış ya da ahşaptan masklarla bezenmiş olanlar dikkati çeker.

Batının farklı üslup özelliklerini taşıyan De Jongh Köşkü

Felemenk asıllı İngiliz De Jongh Ailesi’nin Buca’ya en erken yerleşen ailelerden biri olduğu kabul edilir. Tıpkı Rees Köşkü gibi kesin inşa tarihi bilinmeyen yapının 1877, 19’uncu yüzyıl sonları ve 1900’lerde yapıldığı sanılır. De Jong Ailesi’nin İzmir’den ayrılmasının ardından, önce İtalyan Sperco Ailesi’nin sonra Aliberti Ailesi’nin mülkü olan ve 1930’larda istimlak edilen yapı, günümüzde bir sağlık kuruluşunun bünyesinde bulunuyor.

De Jongh Köşkü, geniş bir bahçenin merkezine yerleştirilmiştir. Ne yazık ki, Levantenlerin olmazsa olmaz şeklinde benimsedikleri ve çoğu köşkte hayat bulan bahçe tasarımlarının vazgeçilmez unsuru olan havuz ve tenis kortu günümüze ulaşmamıştır. Ortadan kaldırılan bu tenis kortunun Levantenler tarafından İzmir sosyal hayatına eklenen çeşitli spor etkinliklerinden birinin belgesi olduğunu yine yeri gelmişken hatırlatmakta yarar var.

Yapıyı üç yönden çevreleyen geniş verandanın ön plana çıkarıldığı De Jongh Köşkü, ana cephesindeki üçlü açıklıklar, alınlıklı pencereler, sütunçelerle ikiye ya da üçe bölünmüş pencere düzenleriyle Batının farklı üslup özelliklerini yansıtırken, ahşap konsollarla desteklenmiş geniş saçağı ile de doğrudan yerel mimariye gönderme yapar. Zemin katı bir dağılım mekanı ile bu mekanın üç tarafını çevreleyen çeşitli mekanlardan oluşur. Yapının yatak odaları üst kattadır. Köşkün bodrum katı kiler, çamaşırhane, depo gibi mekanları ihtiva ederken hizmetliler için bir ara kat yapılmıştır. Yapının iç görünümü alçı süslemelerle zenginleştirilmiştir. Süslemeler arasında bulunan alçıdan maskların ahşaptan yapılmış örnekleri de dikkati çeker. İç mekanlara zengin görünüm kazandıran unsurlardan biri olan şömine örneklerinden De Jongh Köşkü’nde de bulunmaktadır. Hem alt katta hem de üst katta bulunan mermer ya da ahşap çerçevelere sahip şömineler çeşitli renklerde düz ya da desenlendirilmiş çini plakalarla bezenmiştir.

İzmir’in en anıtsal köşklerinden Forbes Köşkü

Sadece Buca’nın değil, İzmir’in de en anıtsal köşklerinden biri İngiliz Forbes Ailesi’nin köşküdür. Kapısı üzerinde yer alan armadaki yazıttan, yapının 1908’de inşa edildikten hemen sonra 1909’da yandığı, 1910 yılında ise yeniden inşa edildiği anlaşılır. Forbes Ailesi’nin kentten ayrılmasından sonra bir süre Whittall Ailesi tarafından kullanılan yapı, daha sonra kamulaştırılmıştır. Burada at ve binicilik konusuna ilgi gösteren ailelerin başında Forbes Ailesi’nin geldiğini söylemek gerekir. Buca’ya hakim bir tepe üzerinde, geniş bir bahçe içinde inşa edilmiş Forbes Köşkü, ana yapısı ile ona bitişen çeşitli binaları ve müştemilatıyla hem asimetrik hem de eklektik tasarımın ilginç uygulamalarından biridir. İyon başlıklı, üçgen alınlıklı giriş, yanından yükselen üç katlı kule, üç yönde köşeleri sütunlarla belirginleştirilmiş üç cepheli çıkmalar Batılı mimari tasarımın uygulamaları olarak belirirken, konsollarla desteklenen geniş saçaklar yerel mimariden izler taşır. Yapıda bulunan arma, merdiven korkuluklarını bezeyen kabartma yılan ve kurbağa motifleri ile Londra’dan getirtilmiş pencere kepenkleri yapının mimari tasarımı yanında dekoratif tasarım düşüncesindeki önemseyişin de belgeleri olarak dikkat çekicidir. Yapının iç mekanları da yoğun süslemelere sahiptir. Bunlar arasında, tavan ve duvarlarda içlerinde kartal ve eros motifleri de bulunan alçı bezemeler ile süslemeli şömineler sayılabilir.

Levanten tarihinin sosyal boyutu ile mimari tasarım ve süsleme düşüncesini yansıtan ve günümüzde sayıları giderek azalan bu köşkler “Levanten” bağlamında farkındalık yaratmaya devam ediyor.

Buca Eski Amerikan Koleji

Amerikalı eğitimci MacLachlan’ın kurduğu, dönemin ünlü işadamı John S. Kennedy’nin maddi yardımlarıyla büyüttüğü Eski Amerikan Koleji’nin binası, bugün NATO Karargahı’dır. Yüzyıllık geçmişi müthiş öykülerle dolu, dikdörtgen planlı binada, belki de İzmir’in gözlerden en ırak saati bulunur

Amerikalı eğitimci Alexander MacLachlan ve eşinin bundan 125 yıl önce kurduğu, 1913 sonbaharında ise kampusa dönüştürdüğü Eski Amerikan Koleji’nin binası, yüzyılı aşkın öyküsünde esir kampından köy enstitüsüne birçok değişimin ev sahibidir. Bugün NATO Karargahı olan dikdörtgen planlı binada, saat kulelerinin kenti olan İzmir’in belki de gözlerden en ırak saati yer alır.

Şirinyer’de, o zamanki adıyla Kızılçullu’da Meles Çayı’na bakan arazide bulunan Eski Amerikan Koleji binası, dikdörtgen planlı olup zemin dışında iki katlıdır. Ayrıca köşelerdeki dikdörtgen, dört bölümlü dışa çıkıntılı kule görünümlü bölümlerin arasına bir de çatı katı yerleştirilmiştir. Yapının giriş kapısı, dört katlı dikdörtgen kule şeklindedir ve dışarıya doğru taşırılmıştır. Kulenin katları arasında enine silmeler bulunmaktadır. Yuvarlak kemerli giriş kapısının üzerindeki iki katta ince uzun dikdörtgen pencereler yer almaktadır. Üzeri balkonla sonuçlanan dördüncü katın üzerine ise yuvarlak kadranlı bir saat yerleştirilmiştir. Konumu nedeniyle kentin unutulmuş mimari yapıları arasında yer alan saat, karargahın içinde kaldığından görüntü alınmasına izin verilmemektedir.

Türkiye Cumhuriyeti başbakanlarından Adnan Menderes’in de eğitim gördüğü binanın kuruluşu ve sonrasında yaşananlar ise hayli ilginç değişimlerle doludur.

1891 yılının Eylül ayında Alexander MacLachlan ve eşi, İzmir’e yerleşerek, yaşamlarının 35 yılını adayacakları bir okul kurmaya karar verir. Çift, ilk olarak Basmane semtinin Melez Caddesi’nde, bir yılı hazırlık sınıfı olmak üzere beş yıllık ilköğretimle yükümlü Amerikan Erkek Okulunu açar. Okul, ilk mezunlarını 1895 yılında verir. 10 yıl sonra öğretim süresi 4 yıl hazırlık ve 4 yıl kolej sınıfı olmak üzere toplam 8 yıla çıkarılır ve okul, Amerikan Kolej Enstitüsü adını alır.

ABD’den birçok kişi okulu ziyaret ederek, incelemelerde bulunur. Bu ziyaretçilerden biri de adını demiryolu yapımıyla da duyuran dönemin en zengin iş adamlarından John S. Kennedy’dir.   Kennedy ve eşinin ziyareti, daha sonra okula yapılacak büyük maddi kaynakların başlangıcını oluşturur. Yardımlar 30 yıl sürer.

Okulun adının giderek daha fazla duyulması üzerine yeni kampus ihtiyacı ortaya çıkar. Sınıfların birçoğunu içinde barındıran ana binayla (şimdiki 1 nolu bina) kampusun güney tarafında toplantı salonu ve oditoryumdan oluşan büyük bina (şimdiki tiyatro binası) ve kuzey tarafındaki spor salonlarından oluşan kompleksin planlarını bizzat Dr. MacLachlan yapar. Kampusta, 10 kadar daha küçük ek bina ve personel konutu inşa edilir. Sonuçta Eski Amerikan Koleji’nin bulunduğu yerde Kızılçullu kampusu kurulur.

İzmir’e ilk sismograf

1913 yılının sonbaharında, yeni kampus, 400’den fazla öğrenciyle hizmete açılır. Adnan Menderes, burada öğretim görür.

MacLachlan, kente spor alanında da yenilikler getirir. İzmir’de ilk defa okullar arası atletizm müsabakaları düzenlenir ve Türkiye’nin ilk bölgesel futbol ligi kurulur. Bu girişimlerin başarısı, ‘İzmir Okulları Atletizm Derneği’nin kurulmasına yol açar. Okulun öncülüğünü yaptığı diğer projeler arasında İzmir’e ilk sismografın ve ilk elektrikli aydınlatma sisteminin getirilerek, okula kurulması da vardır.

Savaş yılları

Ağustos 1914’te 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla okuldaki öğrenci sayısı ciddi ölçüde azalmış, bir önceki yılın dörtte birine inmiştir. Savaşın getirdiği sorunlara çözüm arayışı kapsamında kampusta bir yardım teşkilatı da kurulur. Ve 1918 yılı yazında kampusun, esirleri toplama kampı olarak kullanılmasına başlanır. İngiliz ve Türk hükümetlerinin malul harp esirlerinin takası konusunda anlaşmaya varması üzerine Dr. MacLachlan, kampusu ve binaları askeri valinin kullanımına sunar. Türkiye’deki çeşitli kamplardan gelen İngiliz silahlı kuvvetlerine mensup 2000’den fazla savaş esiri, üç ay boyunca burada barındırılır. Savaştan kısa bir süre sonra MacLachlan, kampuste bir tarım okulunu hizmete açar. Bu okul, çiftçilere dönüşümlü mahsul yetiştirme ve değişik çiftlik hayvanları yetiştirme konusunda eğitim verir.

İzmir yangını

1922 yılında İzmir’de çıkan büyük yangın, birçok sorunla birlikte kolejde eğitimin hemen durma noktasına gelmesine neden oldu. Ancak okul, 1923 yılından, 250 adet öğrenciyle kapandığı 1934 yılına kadar büyümeye devam etti. 1935 yılından itibaren kampus ve bu bina,Türkiye’deki öğretmen açığını kapatmak amacıyla “Öğretmen Yetiştirme Kursları” için kullanıldı. 

Köy Enstitüsü

Kırsal alanda reform yapmak amacıyla Milli Eğitim Bakanlığınca uygulanan Köy Enstitüleri projesi kapsamında atılan ilk adımlardan birisi kolej binasında oldu ve burası Kızılçullu Köy Enstitüsü’ne dönüştürüldü.  1937 yılında İzmir Eğitim Enstitüsü öğrencileri binaya taşındı ve ilk uygulama böyle başladı.

Yeni okulda öğrencilere, demircilik, marangozluk, modern tarım yöntemlerinin yanı sıra hastalıkların tedavisi gibi birçok farklı alanda eğitim verildi ve daha sonra atandıkları köylerde, bu alanlarda öncülük etmeleri sağlandı. 1940-1953 yılları arasında ülkedeki 21 köy enstitüsünden 17 bin mezun verildi.

Bina, Türkiye’nin NATO’ya katılmasıyla 1952 yılında bu teşkilata verildi. Binada, okulun tarihi panolarla anlatılırken, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Köy Enstitüleri Kanunu vesilesiyle söylediği, “İlköğretim davası, insan olmak, millet olmak davasıdır” sözüne yer verilmektedir. Binanın ana kapısında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in ziyaretine ilişkin fotoğraf da bulunmaktadır.

 

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©