Karaburun

Ege’nin en saf, en el değmemiş köşesidir Karaburun. Ressamların tuvallerine yansıtmak isteyeceği bir manzaraya sahip olan bu coğrafya, gökkuşağını kıskandıracak bir renk cümbüşüne sahne olur. Serin esen rüzgarı, komşu kıyıdan özlem yüklü tanıdık hikayeleri fısıldar. Burada deniz hayal edebileceğinizden daha mavi ve büyüleyici, doğa şimdiye kadar gördüklerinizden daha zengin ve ihtişamlıdır...

Doğu Akdeniz Havzası’nın insan müdahalesinden en az etkilenen bölgeleri arasında yer alan Karaburun, ekosistemi ve biyoçeşitliliği, doğal ve kültürel özellikleriyle dikkat çekiyor. Turkuaz renkli koyları, başta Akdeniz foku olmak üzere onlarca nesli tehlike altındaki canlıyı barındıran eşsiz doğası, yüzyıllardır insanlığa şifa dağıtan bitki türleri, kuşaklardır canlı tutularak günümüze aktarılan gelenek ve görenekleri ve barışçıl yaşam felsefesiyle Karaburun dünyada sayıları giderek azalan niş turizm bölgelerinden biri.

Son günlerde plansız yapılaşma, balık çiftlikleri, kontrolsüz su ürünleri avcılığı, mermer-taş maden ocakları ve rüzgar enerjisi santraları nedeniyle doğal yapısının bozulma tehlikesi altında bulunduğu haberleriyle gündeme gelen Karaburun’un, “Özel Koruma Bölgesi” kapsamına alınması bekleniyor. Bu gerçekleşirse sürdürülebilir turizm ve kalkınma yolunda çok önemli bir potansiyele sahip olan Karaburun geleceğe güvenle bakacak.

Mimas’tan Karaburun’a

İzmir Körfezi’nin girişinde, körfezi kontrol eden önemli kilit noktalardan biri olan Karaburun Yarımadası’nda eski çağlardan buyana yerleşim izlerine rastlamak mümkündür. Kaynaklarda yarımadanın eski adı Mimas olarak geçer. Karaburun Yarımadası’ndaki Çakmaktepe mevkiinde yapılan kazılarda Kalkolitik döneme ait ( M.Ö 4000 ) kesici araçlar, taş el baltaları ve ilkel çanak çömleklere rastlanmıştır. Bölgede M.Ö 3000’li yıllardan itibaren Hititler varlık göstermişlerdir. Hititler’in ardından sırası ile bölgeye Yunanlılar, Persler, Romalılar ve Bizanslılar egemen olmuştur. Antik dönemde bölgedeki Erythrai kenti sayesinde oldukça önemli bir kültür ve ticaret merkezi durumuna gelen yarımada, Helenistik ve Roma döneminde önemini kaybetmiş, Bizans döneminde ise eski canlılığını tekrar kazanmıştır.

1086-1095 yılları arasında Çaka Bey ile Türklerin yönetimine giren bölge kısa süre sonra tekrar Bizanslıların eline geçmiştir. Beylikler döneminde Aydınoğlu Mehmet Bey’in buraları alması ile yöre Aydınoğulları egemenliğine girmiştir. Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı hakimiyetine geçen Karaburun Ankara savaşının ardından (1402 ) tekrar Aydınoğullarının eline geçmiştir. Fetret devrinin ardından 1425-1426 yılında Çelebi Mehmet bölgeyi ikinci defa Osmanlı topraklarına katmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 23 Mayıs 1919 tarihinde Yunan kuvvetleri tarafından işgal edilen bölge 17 Eylül 1922 tarihinde işgalden kurtarılmıştır. Yunanlıların çekilmesi ile birlikte yerli Rumlar da bölgeyi terketmiş ve bunun sonucunda bölgede ekonomik ve toplumsal alanda büyük değişiklikler meydana gelmiştir.

Efsaneler beşiği

Binlerce yıllık bir tarihin izlerini taşıyan Karaburun Yarımadası, mitolojide pek çok efsane ile anılır. Homeros’un ünlü eseri “Oddysea”’ da Rüzgarlı Mimas olarak geçen “Mimas Dağı”, bugün Bozdağ diye adlandırdığımız dağdır. Bu dağın eskiden Mimas olarak adlandırılması, “mitolojik tanrılarla savaşan gigantların (devler) başında yer alan ve tanrı Zeus’u çok zorlayan Mimas isimli devin, üzerine erimiş demir, çelik ve bakır dökülerek öldürüldüğü ve bir daha uyanmamak üzere söz konusu dağların altına gömüldüğü” hikayesine dayanır. Karaburun Yarımadası’nın ne denli rüzgar aldığı ve tarih boyunca bu rüzgarı kullanarak, sayısız değirmenler yapıldığı düşünülürse aradaki ilişki kolayca kurulabilir.

Yunan Mitolojisine göre Tanrıların tanrısı Zeus’ un kıskanç karısı Hera, çapkın kocası Zeus’un ölümlü kadınlar ve tanrıçalarla ilişkilerini gözetlemek ve kendisini haberdar etmek üzere, yüksek tepelere iki gözcü yerleştirdiğinde; bunlardan biri olan İris’i (Thaumantia da denilen İris, tanrıların habercisi olan tanrıçadır) de Mimas’a gönderir. Bugünkü İris Gölü’nün adını buradan aldığı sanılır.

Bir diğer efsane de Narcissus efsanesidir. Rivayete göre, 80 çeşit mor çiçek bulunan, mitolojide Çiçek Tanrıçası Flora’nın bahçesinin de içinde olduğu yerde, Irmak Perisi Nana, pınarda yıkanıp, ağaçların gölgesinde yatar. Her zaman güzel bir oğlan çocuğu olmasını isteyen bakire Nana’nın bu isteği, bir gün tanrılar tarafından kabul edilir ve dünyalar güzeli bir erkek doğurur. Adını, Narcissus koyar. Zaman geçer, Narcissus büyür, yakışıklı bir delikanlı olur. O zamanlar Echo adında dünyalar güzeli orman perisi vardır. O kadar güzeldir ki, görenler dönüp bir daha bakar. Bu sırada Zeus’un kendisini bir orman perisiyle aldattığını öğrenen Hera, çok öfkelenir ve hışımla orman perilerinin yaşadığı koruluğa gider. Bunu gören periler korkudan kaçarlar ve sadece zavallı Echo kalır. Hera bu güzel periyi görürü görmez, haksız bir şekilde cezalandırır ve Echo, derdini anlatamaz olur. Sadece kendisinden önce kim konuştuysa, son sözlerini tekrarlayacaktır. Bir gün ormanda gezinirken, yakışıklı Narcissus’u görür ve aşık olur. Onunla konuşmak ister ama üzerindeki lanet nedeniyle yapamaz. Bir gün eline bir fırsat geçer. Echo’yu gören Narcissus, “Kimse var mı burada?” diye seslenir. Echo da “Burada, burada” diye tekrarlar. Narcissus, çok şaşırarak, ormana kaçıp gider. Bir gün yüreğinden yaraladığı kızlardan biri Narcissus’u tanrılara şikayet eder ve cezalandırılmasını ister. Tanrıların, ‘’Başkalarını sevmeyen, kendini sevsin’’ diye cezalandırdığı Narcissus, bir pınarın yansımasında gördüğü siluetine aşık olur. ‘’Kendime olan sevgimle yanıyorum, yalnız ölüm kurtarır beni der”, pınarın başında sürekli kendini seyrederek eriyip gider ve sonunda ölür. Echo ise pınarın kenarına geldiğinde anlar ki, Narcissus ölmüştür ve onun yerinde güzeller güzeli bir çiçek kalmıştır. Echo, en son çiçeğin başında ağlarken görülür. Acısını alıp mağaralara gizlenen Echo, efsane bu ya, belki hala oradadır ve kim yüksek sesle bir şey söylese tekrarlamaktadır. Mordoğan’ın kırlarında nergis olarak yaşayan Narcissus, tıp biliminde kendini beğenmişlik hastalığı olarak adlandırılan narsizme de ismini vermiştir.

“Sıfır Yok Oluş Bölgesi”

Karaburun Yarımadası, 460 kilometrekarelik yüzölçümünde yüksek, engebeli ve hareketli coğrafyasıyla yakın çevresinden ayrılır. Oldukça derin bir yapıya sahip olan Kurudere Kanyonu ile Peynirini, Hades, Dipsizkuyu, Aşağıovacık ve Tezini Mağaraları bu doğal yapıya şekil verir.

Karasal alandaki bu yapı, kıyı ve deniz dibi yapısında devam eder. Derin denizle çevrili Yarımada kıyıları da ova, koy, falez, lagün, fay, mağara gibi oluşumlarla çok çeşitli ve hareketli özellikler taşır.

Karaburun yüksek oksijen oranı ve Akdeniz ikliminin nemini ve sıcaklığını dağıtan rüzgarı ile mitolojide de yer bulan özel bir iklime de sahiptir. Homeros Odyssia’sında Mimas Dağı (Bozdağ)’ndan, Rüzgarlı Mimas diye bahseder. Aelianus’tan ulaşan kaynakta “Mimas’ta (Karaburun) doğan keçiler altı ay su içmezler; bütün yaptıkları şey ağızları açık olarak denize doğru bakmak ve oradan esen meltemleri tenefüs etmektir” diye yazar.

Bu doğal yapısı ve ona hayat veren rüzgarlarıyla çok zengin bir ekosisteme ve biyoçeşitliliğe sahip olan Karaburun Yarımadası, “Sıfır Yok Oluş Bölgesi” içinde ve “Başka Yerde Olmayanlar” sınıflandırmasında dünyada önemli bölgeler arasında yer alır.

Doğu Akdeniz Havzası’nın en bozulmamış bölümü

Karaburun Yarımadası floristik açıdan oldukça zengin ve barındırdığı endemik/nadir türler göz önüne alındığında çok değerlidir.

Yarımadada yüzlerce yıllık, bin civarında ağaç olduğu tahmin edilmektedir. Yapılan bilimsel araştırmalarda Karaburun Yarımadası’nda, 70 familyadan 255 cinse ait 384 bitki türünün varlığı tespit edilmiştir. Söz konusu florada 15 adet endemik tür, 4 adet nadir tür ve CITES kapsamında 5 adet tür tespit edilmiştir. Yine bu türlere ve bu türlerin dışında olmasına karşın IUCN (Uluslararası Doğayı Koruma Birliği) kategorisinde bulunan 21 adet tür belirlenmiştir. Yarımada florasında, 76 tür tıbbi, 38 tür arıcılık, 30 tür gıda, 39 tür ticari, 34 tür peyzaj ve 19 tür yem değerine sahip ve ekonomik değeri olan tür belirlenmiştir.

Doğu Akdeniz Havzası’nın en bozulmamış ve temiz bölümü olan Karaburun Yarımadası, denizel flora bakımından da zengindir. Karaburun adalarında yapılan araştırmalarda, 234 bitki taksonu bulunduğu tespit edilmiştir.

Karaburun Yarımadası’nın kıyıları, Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi kapsamında “Tehlikeye Düşmüş veya Tehdit Altındaki Türler Listesi”inde yer alan, deniz çayırlarının (Posidonia oceanica) kirlenme ve diğer antropojenik etkilerden en az zarar gördüğü alan olarak tanımlanmaktadır.

Tehlike altındaki türlerin yaşam alanı

Karaburun Yarımadası yaban hayatı açısından keçi, yabandomuzu, tilki, sansar, tavşan (Lepus capensis), sincap, bukalemun, kuş türleri, böcek ve kelebek türleri, tatlı su kaplumbağaları- yengeçleri ve deniz canlılarıyla son derece geniş bir yelpazeye sahiptir. Bu çeşitlilik, içinde uluslarası ölçekte koruma altına alınmış türleri de barındırmaktadır. Karaburun Yarımadası, uzun bakir kıyıları ve kıyı oluşumlarıyla, dünyanın en nadir 12 memelisinden biri olan ve Bern, Barselona ve CİTES Sözleşmeleri’yle uluslararası düzeyde koruma altına alınan Akdeniz fokunun (Monachus monachus) dünyada kalan son üreme ve yaşam alanlarından biridir.200’ün üzerinde kuş türünün barındığı yarımada yine nesli tükenmekte olan ve küresel ölçekte koruma önceliği olanlar sınıflandırmasında yer alan ve Bern Sözleşmesi ile koruma altına alınan Akdenize endemik Ada Martısı (Larus audouinii)’nın Türkiye için bilinen ikinci üreme alanıdır.

Ege Bölgesi ve Türkiye için zengin yırtıcı kuş rezervlerinden biri olan bu bölgede Yılan Kartalı (Circaetus gallicus), Küçük Kerkenez (Falco naumanii), Ada Doğanı (Falco eleonorae ) gibi uluslararası ölçekte nadir/azalan kategorisindeki türler yaşar. Yarımada, Kaya Kartalı (Aquila chrysaetos)’nın Ege’deki son yayılış alanlarından biridir. Avrupa’nın ender yırtıcılarından Tavşancıl (Hierraeetus fasciatus)’a, bölgede halen rastlanmaktadır.

Karakulaklı Kuyrukkakan (Oenanthe hispanica), Zeytin Mukallidi (Hippolais olivetorum), Küçüksıvacı (Sitta krueperi), Maskeli Örümcekkuşu (Lanius nubicus), Bıyıklı Ötleğen (Sylvia cantillans), Maskeli Ötleğen (Sylvia melavocephala), Kara Boğazlı Ötleğen (Sylvia rueppelli), Boz Kirazkuşu (Emberiza cineracea), Kızıl Kirazkuşu (Emberiza caesia) Yarımada’da varlığı bilinen türlerdir. Karaburun Yarımadası coğrafi yapısı nedeniyle, ekolojik dengenin korunmasında çok önemli rolü olan ve bu nedenle Bern Sözleşmesi ile habitatları da koruma altına alınan Yarasa türleri ve sayısı açısından da zengindir. Su Samuru (Lutra lutra) ve Karakulak (Caracal caracal), Adi Tosbağa , Akdeniz Nalburunlu Yarasası da Yarımada’da yaşayan nesli tehlike/tehdit altındaki türlerdendir.

El sanatları

Tel kırması, kalbur iğnesi, karanfilli kolye, gelin süpürgesi, boncuklu sepet başlıca el sanatları ürünleridir. Bunlardan en çok dikkat çekeni olan karanfilli kolye; Karaburun’un tüm köylerinde özellikle gelinlerin çeyiz sandığında bulunur. 8 saat süresince suda tutulan yumuşamış karanfil, iğne, iplik, boncuk ve kolye klipsi kullanılarak takıya dönüştürülmektedir .

Geleneksel kültür nesilden nesile aktarılıyor

Karaburun ilçesinde halk edebiyatı ve folklor ürünleri, nüfusun kırsal yapısı ve yaşlı nüfusun çokluğuna bağlı olarak geçmişten bugüne hala canlılığını koruyor. Bu konuda yayınlanmış her ayrıntıyı içinde bulabileceğimiz bir eser yok ancak Karaburun’un maddi olmayan kırsal kültürünü tanımak için yörede bir süre yaşamak, yaşlılarla konuşmak yeterli.

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden emekli, Sosyal Antropolog Prof. Dr. Ali Rıza Balaman, yörenin yaşam biçimini (kültürünü) ) anlamada sözlü edebiyat içerisinde kalan masalların anahtar görev üstlendiğini belirtiyor. Prof. Dr. Balaman, sözlü edebiyat içerisinde kalan, Kösedere Köyü berberi Behçet Usta (60)’dan derlediği bir masalı şöyle aktarıyor:

“İki kızı da komşu köylerde evli anne, akşam yemeği sonrası “Efendi, yanına biraz peynir, biraz yağ, tarhana, birer şişe de pekmez koyayım da, benim ayaklarım ağrıyor, sana yoldaşlık edemem, kızları evlerinde bir görüp gelsen…” der. Koca “hayır” demez. Ertesi sabah karısının hazırladığı iki ayrı çıkını eşeğinin heybesine yerleştirip yola koyulur. Önce büyük kızın evine varır. Kızının kocası çiftçidir. Hal-hatır sorulur, uzun sohbetler edilir, yenilir, içilir; erken yatılır ve erken kalkılır. Kahvaltıdan sonar baba “Çocuklar, sizi gördüm, çok da sevindim, yolcu yolunda gerek, öteki köyde yaşayan kızımı da görüp, yarın eve döneyim” der ve kızının yardımıyla hazırlanırken kızına yavaşça sorar; “Bu yıl ne ektiniz, ne hasat edeceksiniz?” Kız; “Sorma baba!.. Bu yıl nadasa (bir yıl dinlendirilen toprak) tarla bırakmadık; dağa-taşa, sulağa-kıraca mercimek ektik. Bir de zamanında yağmur bol bol yağar, sıcak rüzgarlar (lodos) da esmezse seneye zengin oluruz, inşallah” der. Baba da “İnşallah, kızım” der ve evden vedalaşarak ayrılır. Baba, çömlekçiyle evli küçük kızının evine varır. Hal-hatır soruları ve hoşça sohbetlerden sonra erken yatar, erken de kalkarlar. Kahvaltı sonrası baba: “Kızım ben sizi iyi gördüm, çok da sevindim; anneniz beni ve de sizlerden götüreceğim haberleri dört gözle bekler” der ve ayağa kalkar, kapıya yönelir. Kızı uğurlamak için yanına geldiğinde de: “Kızım, geçen yıl ne yaptınız, bu yıl ne yapacaksınız, haliniz, dirliğiniz nasıl?” der. Küçük kız bütün sevecenliğiyle: “Sorma baba!.. Bu yıl elimizde, avcumuzda ne varsa sattık, gelirimizin hepsini çömlek çamuruna yatırdık. Bir de yağmur yağmaz; hava günlük, güneşlik olursa, testiler, çömlekler tez kurur, tez satılır, zengin oluruz, inşallah…” der. Baba da: “İnşallah, kızım” der, köyünün yolunu tutar, evine zamanında ulaşır. Anne heyecanla kızlarını sorduğunda da: “Hanım, bu yıl iki kızımızdan bir tanesinin anası yaman mı yamaaaan ağlayacak. İkisini de sen doğurduğuna göre, yağmur yağdığında birisi; yağmur durup güneş açtığında da ötekisi için ağlarsın, yani günlerin ayların bu yıl ağlamakla geçecek, Tanrı yardımcın olsun…” der.

Nasıl gidilir?

Karaburun İzmir’e 100 kilometre uzaklıkta. Aracınızla geliyorsanız, Çeşme otobanına girmeli ve Karaburun sapağına kadar 45 km ilerlemelisiniz. Karaburun sapağından sonra ise 55 km daha yolunuz kalıyor; buradan sonrası biraz virajlı. Aracınız yerine otobüsleri kullanmak isterseniz İzmir’de Üçkuyular’a gelmeli ve buradaki semt garajından Karaburun - Mordoğan araçlarına binmelisiniz. Yol yaklaşık olarak 2 saat sürüyor.

“Anadolu’nun uç beyi”

“Yarin yanağından gayri herşeyin paylaşılabildiği yerin adıdır Karaburun. 6 bin yıldır bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bu yarımadada Eritrai Krallığından, Bizanslılar’dan, Cenevizliler’den, Aydınoğulları’ndan, Osmanlı’lardan, Rum ve Türk ortak yaşamından günümüze tanıklık etmiş, candan insanların yaşadığı küçük bir Ege kasabasıdır. Ani yükselen dağlarının arasında, bakir doğası ve temiz deniziyle dikkat çeken, İzmir’in nefes alan yeridir Karaburun… Geçmişinde üzümleri ile dünyaya nam salmıştır. Londra Borsası’nda sultaniye ve razakısı ile kotasının hala asılı olduğu bilinir. Günümüzde de, hurma zeytini, erken olan mandalinası, lezzetli enginarı, mis kokulu nergisi ve sümbülü, keçi kelle peyniri, acı peynir kopanistisi, Mart ayının kaya barbunu, kefali, deli balığı ile hem damaklarda hem de gönüllerde iz bırakmaya devam eder Karaburun.

Doğası bozulmayan, denizleri mavi bayraklı olan, talan kültürüne izin vermeyen, kıvrımlı ancak manzaralı yolu ile de ünlü olan Anadolu’nun uç beyidir Karaburun. Eko-argo turizm ile gelişimi hedeflemiş olan ilçemiz, bu konuda alt yapısını düzenleyerek, çevre bilincini geliştirerek ve düzgün kentleşmeyi önüne hedef koyarak kalite çıtasını yükseltmiş; sanata, kültüre ve bilime değer vererek daha iyiye ve daha güzele doğru yol almıştır. Bu bilince sahip olan güzel insanların yaşadığı ve yaşayacağı Karaburun hepimizi sevgi ile kucaklamaya devam edecektir.”

Bir turizm gönüllüsü Neşet Öztekin

Karaburun Yarımadası denilince ilk akla gelen isimlerden biri Neşet Öztekin. Tarihe ve doğaya duyduğu merakla bölgenin arkeolojik keşiflerinde yer alan araştırmacı gazeteci - yazar Öztekin, ömrünü doğup büyüdüğü toprakların tanıtımına adamış adeta. 1990 yılında Mordoğan kıyılarında batık kentler ve 7 bin yılık medeniyetlerin kalıntılarını ortaya çıkaran Öztekin, 1992 yılında da Mordoğan ve Karaburun sahillerinde 10 milyon yıl önce yaşamış fil, ceylan, gergedan, zürafa fosilleri bularak bölgeyi dünya gündemine taşıdı. Öztekin’in en büyük keşiflerinden biri de Yunan mitolojisinde önemli yer tutan Narcissus’un 5 bin yıl önce suya bakarken öldüğü pınarı bulması oldu. Çalışmalarını yazdığı 6 kitapla ölümsüzleştiren Öztekin, hayatı boyunca yaptığı araştırmalarını İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Priştina Kent Arşivi Müzesi’ne bağışladı. Öztekin, 80 yaşında olmasına rağmen hala Karaburun Yarımadası’nın tanıtımı için canla başla çalışıyor.

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©