Habrokoms ile Antiya

İzmirli Zenefon'un yazdığı, Moses Hadas'ın İngilizceye çevirdiği, benim özetleyerek Türkçe söylediğim “Habrokoms ile Antiya” bir aşk öyküsüdür. Öykünün tamamı, Yaşar Üniversitesince yayınlanan “Söylence” adlı kitabımızda okunabilir.

Söylenceler Arasında

Yazı: Prof. Dr. Şadan Gökovalı / (Profesyonel Türkiye Rehberi)                                                                    

-Azra (Erhat) anısına-

 

Şu bizim Efes’te, Likomedes adlı bir adam yaşardı. Kentin önemli bir kişisiydi o. Yine, doğma büyüme Efesli olan Temiste’yi eş olarak almıştı.

Yakışıklılık harikası Habrokoms, bu çiftin tek oğluydu. Tanrılar ona beden ve ruh güzelliği bağışlamıştı. Bilim, sanat ve sporda üstüne yoktu! Kentdeşleri onu ölümsüz sayıyor, gördükleri yerde eğilip, dua ediyordu.

Delikanlı zamanla, yüksek gönüllülüğe kapıldı. Sevi (aşk) tanrısı kanatlı Eros’u küçümsüyor, kendisinden gayrısını yakışıklı görenlere gülüp geçiyordu. Buna gücenen Eros, sadağına zehirli aşk okları doldurup, aşk iksiriyle donanarak, bu küstah gence haddini bildirmek üzere kanat çırptı.

Aylardan nisandı. O ay boyunca, Efes’in ulu tanrıçası Artemis şenliği düzenlenirdi. Tarihin ilk kitle turizmi sayabileceğimiz bu festival zamanı, dünyanın dört bucağından birkaç yüz bin kişi, Efes’e akın ederdi. 

“Artemision” denilen bu etkinlikte Efesli kızlar alayı batıdan, şehrin delikanlıları doğudan yürüyüşe geçer, “insan elinden çıkmış yapıların en mükemmeli” sayılan Artemis Tapınağı önünde buluşurdu. Erkekler alayın başını Habrokoms çekiyordu.

Birbirinden güzel Efesli kızların önünde Antiya yürüyordu. Kentin soylu ailelerinden Megamedes - Evippe çiftinin biricik kızıydı o! 14 yaşındaydı ama, bedeni olgunluk çiçekleri açmaya durmuştu. Bu kız dünya güzeli, hatta bir melek ya da tanrıça sayılıyordu. Mağrur kız, Güzellik Tanrıçası Afrodit’i aşağsıyordu. Hiçbir erkek ona talip olma yürekliliğini gösteremiyordu. Habrokoms gibi bu da , hiçbir ölümlüyü kendisine layık görmüyor, bu nedenle evlenmeyeceğine inanıyordu. Afrodit bu densiz kıza içerliyor; ona ve çağdaşlarına, bir tanrıçaya meydan okumak neymiş göstermek istiyordu.

İki alay, izleyenlerin coşkulu alkışları arasında düzgün adımla yürüyor, bir yandan da kader ağlarını örüyordu.

Alaylar, yamacında Artemis’ten önceki ana tanrıça Kybele (Kibele) nişleri bulunan Panayır Dağı kuzeyinde, 30 bin kişilik stadyumun önünde birbirine yaklaşınca, iki kafile başı göz göze geldi. Ne muhteşem andı bu! Gençler tepeden tırnağa ürperdi. Bakışlarını birbirlerinden ayıramıyorlardı. Kimseyi beğenmeme kararları ne olmuştu? Afrodit ile Eros yapmıştı yapacağını...

İkisi de, yıldırım hızıyla, sevdalı değil, karasevdalı oluvermişti. Gelgelelim, aşklarını açığa vurmayı kendilerine yediremiyorlardı. Bu nedenle sararıp solmuş, yatağa düşmüşlerdi.

Gençlerin aileleri, birbirlerinden habersiz, Didim Apollon Tapına başvurdu. Orakl (kahin) şu ürkünç kehanette bulundu:

“Siz niçin hastalığın nedenini ve çaresini soruyordunuz? İki genci aynı felaket gütmede, aynı umar beklemede. İkisi birleşip, korsan yuvası denizleri aşacak; çok acılar çekecekler, çook! Sonunda Tanrı onları bağışlayacak; kara günleri ak günlere dönecek...”

Kara haber kara bulut oldu, Efes’e, tüm Önasya’ya yayıldı. Söz bilenler dedi ki:

-İyinin yazgısı kötü, güzelin yazgısı çirkin olurmuş!

Zaman ki, verdiğini kemirmeye başlar ilk andan. Ne var ki; yazgının sözlüğünde “unutmak” diye bir sözcük yoktur. Kehanete uyularak, iki genç evlendirildi. Sanki yalnızca onların değil, tüm Efeslilerin düğünüydü bu! “Aldım”, “verdim” denilerek, Habrokoms ile Antiya evlendirildi. Ne mutlu, ne tatlı vuslattı bu! Gece boyu murat alıp veriştiler; baldan tatlı sözlerle söyleştiler. Birbirlerine söyledikleri sözler yazıya geçirilebilmiş olsaydı, aşk yazınının altın sayfaları çıkardı ortaya. Bizimkiler, her ne olursa olsun, birbirlerine sadık kalacaklarına, yüce tanrı Artemis’i tanık tutarak andiçtiler.

Gerdek mutluluğu, cicim gülüm günleri uzun süremedi. Kehanet gereğince, usta bir kaptan bulunup; paha biçilmez kurtulmalıklar, yeterince erzak, Habrokoms’un nedimi Levkon ve Antiya’nın nedimesi Rhode ile uygun sayıda köle yüklü gemi, hüzünlü bir uğurlama ile Efes limanından denize açıldı. Ege imbatının itimiyle gemi; Hera’nın kutsal adası ile Hipokrat’ın adası İstanköy’ü sancakta, Milet, İassos, Halikarnas, Knidos’u iskelede bırakarak ak köpüklü mavi Akdeniz’e açıldı. Birkaç günde “Gül Adası” Rodos’a ulaşıp, ora halkınca sevgiyle karşılandı. Bizimkiler doğruca, oranın Güneş Tanrısı Helios’un tapınağına vardılar. Üzerine kendi adlarını yazarak, altın bir zırhı armağan olarak sundular. Yeterince dinlenilip erzak tedarik edildikten sonra, yeniden “aç koynunu Akdeniz!..” 

Şair, “Akdeniz yaman söyler adım başına” diyor ya; ufukta kara görünmez olunca rüzgar durdu, gemi, demirlemiş gibi kalakaldı. Efes gemisinin paha biçilmez altın ve mücevherle, çok para getirecek yolcular yüklü olduğunu öğrenen korsan gemisini gözleme ve izlemedeydi. Efes gemisi duruverince, bizim tayfalar işi haytalığa vurup, “vur patlasın çal oynasın” gibilerden eğlenceye daldı. Deniz haydutları, bizim gemiye saldırdı. Paha biçilmez altın ve mücevherleri, Habrokoms ile Antiya ve gözlerinin beğendiği köleleri alıp, gemiyi, içindekilerle birlikte ateşe verdi. 

Korsanlar, benzeri zor bulunur ganimetle, kendilerini vurguna yollayan Apsirtos’un kentine doğru yelken açtılar. Yola çıkar çıkmaz, korsanlardan Korimbos Antina’ya, yardakçısı Evksinos ile Habrokıms’a göz koydu. Rehinelere şöyle seslendiler:

-Efendi ya da köle olmak senin elinde. Ya benimle ol sefa sür ya da buna yanaşmayıp cefa çek!.. 

Unutmayalım; çiftimiz sadakat hususunda and içmişti. Çeşitli bahanelerle vakit kazandılar. Böyle böyle vardıkları limanda, Akdeniz’e dehşet saçan korsanbaşı; aslan payı olarak en değerli altın ve mücevherleri, Hambrokoms ile Antiya’yı kendisine ayırdı; entipüften köle ve eşyayı adamlarına bıraktı.

Korsan başının sarayında ne oldu dersiniz? Apsirtos Antiya’ya, kızı Manto ise Habrokoms’a abayı yaktı. Tabii bizimkiler onlara yüz vermedi. Manto, yaklaşım isteğini gün geçtikçe artırdı. Bir mektupla, önerisini yazıya geçirdi. Bu arada babası, damat adayı Moeris’i alıp gelmek için Suriye’ye gitti. Aşkına karşılık bulamayan Manto bir düzen kurdu; saçını başını yolup, giysilerini parçalayarak babasına:

-Habrokoms olacak bu densizi ister as ister kes! Çünkü o bana tecavüze kalktı, yalanını uydurdu.

Buna inanan Apsirtos, delikanlıyı mahzende zincire vurdu. O ara, kızının Habrokoms’a yazdığı mektubu bulup, delikanlıyı bağışladı. Özgürlüğüne kavuşan genç, bakmaya kıyamadığı, sevmeye doyamadığı karısını bulma umuduyla yollara düştü. Her vardığı yerde, Antiya’nın kısa süre önce oradan geçtiğini öğreniyordu.

Damat Moeris’in gönül kaptırdığını anladığı Antiya’yı, öldürmesi için, dağlı bir çoban olan Lampo’ya gönderdi. Kızda bir tanrısallık olduğunu anlayan yabanıl çoban, onu Kilikyalı haydutlara sattı. Onların teknesi, Tarsus kıyılarında kayalara bindirdi. Korsanlar, bu felaketi Antiya’nın lanetine bağlayarak, onu bir çam ağacına astılar. Baş korsan ok atacak, kız vurulursa, ceza ona kesilecekti. Yayını gerdi... Tam oku fırlatacakken, oralarda asayişi sağlamakla görevli Perilaos imdada yetişti. Güzel kızı kurtardı ama, ona göz koymada gecikmedi.

-Canını kurtardım, benim olacaksın, demeye başladı.

Hemşiremiz, bin dereden su getirerek, öneriyi kabul etmek için bir ay süre istedi. Perilaos, son bir umutla buna razı oldu. Süre bitmek üzereyken, Efesli mahir bir doktor geldi oraya. Perilaos, Antiya’nın hoşuna gider diye, doktoru evine getirdi. Antiya, Habrokoms’la kendisinin macerasını öğrenmiş olan doktora, kendisini öldürecek ilaç istedi. Doktorumuz, birtakım otlar verdi. Karayazılı güzel, ilaçları alınca, boylu boyunca yere serildi. Onu öldü sanarak, bir oda mezara koydular. İçindeki güzel kızı ve ölü armağanlarını bilen nabbaşlar (kabir soyguncuları), mezarı soymaya kalkıştılar. Kızımız, kazma-kürek seslerine uyandı. Zira, hemşehrisi ona, öldürecek değil, bir süre ölmüş gibi gösterecek ilaçlar vermişti. Soyguncular, talihsiz güzeli İskenderiye’ye götürüp, orada, ağırlığınca altın karşılığında Hintli Prens Psamis’e sattılar. Mısır Tanrıçası İsis’e adanmış olduğunu söyleyen Antiya, ondan kurtuldu ama, bu kez de beyaz kadın tacirlerinin eline düştü. Neyse ki; kutsal hastalığa yakalandığını ileri sürerek, azgın erkeklerin kendisine yaklaşmasını önledi.

Bir fırsatını bulup, Rodos’a giden bir gemiye attı kapağı. Şans Tanrıçası Tike’nin işine bakın ki; bizim çiftin yolunu Rodos’ta kesiştirdi. Adaya ilk ayak basan yaslı gelin, Helios Tapınağı’na, saçından bir bukle kesip, üstüne şunları yazdı:

“-Antiya, saçlarını, kocası Habrokoms adına sana sunuyor, kutsal Efes kentinden...”

Şansa şükür olsun ki; tapınağa gelen Habrokoms, tam oradan çıkmakta olan Antiya’yı gördü. Kucaklaştılar. Rodoslular: 

-Ne mutlu bize ki, gözlerimiz, birbirine çok yakışan Habrokoms’la Antiya’yı yeniden bir arada görüyoruz, diye haykırıştılar. Onları, güvenilir bir gemiyle Efes’e uğurladılar. Tekmil Efesliler olayı haber almış, limanda onları bekliyordu. Çiftimizin ana-babaları çoktaan öbür dünyaya göçmüştü. İkisi el ele, İyonya’nın duru mavi göklerine şiir gibi yükselen Artemis Tapınağı’na koştular. Başlarından geçenleri bir mermer levhaya yazıp, tapınağın sunak taşına bıraktılar.

Onlar yediler içtiler, kalan günlerini size bağışladılar.

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©