Muhteşem duruşuyla asırlara meydan okuyor

İzmir’den Şirinyer’e girdiğinizde ihtişamıyla karşınızda bulacağınız Kızılçullu Su Kemerleri, kalıcılığı tartışılır yeni yapılara inat, zamana direnişini sürdürüyor.

Ayfer LEVENT /M.A Arkeolog İzmir Arkeoloji Müzesi

 

Eski tarihlerdeki adı “Paradiso” (Cennet), Osmanlı döneminde ise Kızılçullu olan, bugün ise Şirinyer olarak bilinen mevkiye İzmir’den ilk girildiğinde, Kemer Çayı üzerinde bugün bile ihtişamla duran su kemerleri dikkat çekmektedir. Pagos’un (Kadifekale) doğu bölümünde yer alan bu iki antik su kemerinin sınırladığı vadi ise İlyas Peygamber ya da bugünkü adıyla Yeşildere Vadisi olarak adlandırılmaktadır. Bu vadinin içinde ayrıca kendisiyle aynı adı taşıyan ve günümüzde hala büyük kısmı ayakta kalan kır kilisesi yer almaktadır. Yarım saatlik bir yürüyüşle Meles Çayı’ndan ulaşılan Peygamber İlyas Manastırı ötesinde üçüncü kemer yer alır. Dev kemerlerle çayı geçen su kemeri, görkemli bir manzara gösterir.

Su kemerlerinin yapımı ve onarımı ile ilgili Roma döneminden kalan iki yazıt, bize daha aydınlatıcı bilgiler vermektedir. M.S 79- 80 yılına ait olan ilk yazıtta, İmparator Traianus’un babası olan ve o dönemde Proconsül (Vali) olarak görev yapan M. Ulpius Traianus’un, Değirmen Tepe üzerindeki Zeus Akraios ( Doruktaki Zeus ) Tapınağı’na su getirmek için bu kemerleri yaptırdığı yazmaktadır. Burada bahsedilen, Şirinyer’deki su kemerlerinin daha yukarısından geçen, büyük olasılıkla İzmir’in güneydoğusunda Kısık köyü yakınında 1.30 m. yükseltideki Akpınar sularını tapınağa iletmek için kullanılan 27 kilometre uzunluğundaki suyolu olmalıdır. M.S 110 - 111 yıllarına tarihlenen ikinci yazıtta ise Traianus döneminde Asia ilinde Proconsül görevinde bulunan L. Baebius Tullus’un su kemerini onarttığı belirtilmiştir.[1] Bu yazıtın tarihine dayanarak, Kemer çayını geçip, Değirmentepe’ye

( Bahribaba Parkı’nın üstü) kadar suyu ulaştıran ve şehre dağıtılmasını sağlayan Kızılçullu su kemerlerinin, Erken Roma döneminde inşa edildiğini söyleyebiliriz.

Weber’in 1899’da Anadolu’da antik kentlerin suyollarıyla ilgili yazısında, Şirinyer’deki iki su kemerinin Osmanlı yapısı olduğu, Buca veya Kozağaç sularının bu kemerlerle Melez Çayı’nı aştığı vadi boyunca sol sahilde devam eden Osmanağa suyolunun, bu yapıları kullanmış olabileceğini belirtmiştir. Weber’in bu tespitine karşılık, önde yer alan su kemerinin 25 metrelik kesimi, Roma dönemi özellikleri göstermektedir. Ünal Öziş de, Kızılçullu’daki su kemerlerinin, çok onarım görmesine rağmen aslında bir Roma dönemi su yapısı niteliği taşıdığını söylemektedir. Aralarında 100 metre kadar mesafe bulunan ve doğu batı yönünde uzanan Kızılçullu su kemerlerinin ön planda görüleni 50 metre, arkadaki ise 120 metre uzunluğundadır. Ön kemerin üzerinde iki sıra pişmiş toprak borunun geçtiği, sonra 2 metre kadar ters sifon gibi yükselerek, diğer su kemerinden gelen mecrayla birleşmiş olan bir kemerin Osmanlı yapısı özellikleri taşıdığı anlaşılmaktadır. Buca veya Kozağaç yöresinden gelen sular, Osmanağa suyolu dahil, diğer su kemeriyle Melez Çayı’nı aştığı izlenimi verir.

İzmir’e gelen pek çok seyyah ya da araştırmacı, Kızılçullu kemerlerinin altından geçen kaynağı Melez Çayı olarak nitelendirse de, bunun gerçek olamayacağı antikçağ kaynaklarından ve Smyrna sikkeleri üzerinde görülen Meles Irmak Tanrısı betiminden anlaşılmaktadır. Aelius Aristides, Himerios, Philostratos gibi antik çağ yazarları, Meles’in denizden uzak olmayan bir yerde bulunduğunu, yerden çıktığını, kürek çekmeye yetecek kadar geniş bir göl oluşturduğunu, sessiz akışını ve kıyılarını süsleyen kamışların varlığını söylerler. Meles’in çıktığı yerde hemen denize dökülmesi, yani kısa mesafeli oluşu, İzmir’e neredeyse 16 kilometre uzaklıktaki Kervanlar Köprüsü Çayı’nın akış uzunluğu kadar değildir. Bu tanımlamalar, Halkapınar gölcüğünden çıkıp körfeze dökülen çayın, Melez olduğunu gösterir niteliktedir. Oysa Melez diye anılan Kızılçullu ya da Kemer Çayı’nın şiddetli yağmurlarda, sel sularının katılmasıyla birlikte çok kabararak, çevresini su altında bıraktığı bilinmektedir. Tiberius’tan Commodus’a kadar olan dönemde basılan İzmir sikkelerinde, Meles ırmağı bir Tanrı olarak, öne eğilmiş kamışlar ve otlar tutar durumda, ama çoğu kez ırmak tanrılarının simgesi olan bereket boynuzunu elinde tutuyor olmadan canlandırılmıştır.

Bu da Meles’in kısa mesafeli oluşunu ve sessiz sakin akışını tarif eden antik çağ yazarlarının söylediklerine, nümizmatik bir kanıt oluşturmaktadır. 

Osmanlı döneminde de kullanıldı

Kızılçullu ya da Şirinyer su kemerlerinin Osmanlı döneminde de kullanıldığı, hatta buna ilave olarak Vezir Köprüsü denilen başka bir su kemerinin yapıldığı bilinmektedir. 17. yüzyılın ikinci yarısında İzmir şehrinde ciddi bir su sıkıntısı başlamıştır. Köprülüler döneminde Mehmet Paşa’nın oğlu Fazıl Ahmet Paşa, sadrazamlığı sırasında İzmir’de cami, medrese, han ve hamam gibi bazı sosyal yapılarla şehri imar ederken, kentin su sorununu da ele almış, 1674 yılında Vezir Köprüsü denilen su kemerini yaptırmıştır. Ayrıca Ahmet Paşa, vezir suyu olarak meşhur olan suyun, şehrin hemen hemen bütün mahallelerine dağıtılması için çok sayıda çeşme yaptırmıştır. İzmir Vakıflar Müdürlüğünde 5 Kasım 1896 ve 27 Aralık 1909 tarihli kayıtlar incelendiğinde, Fazıl Ahmet Paşa’nın getirdiği suyun, şehrin hangi mahallelerine gittiği ve kaç çeşmeden aktığı, yani İzmir için önemi daha iyi anlaşılır.

17.yüzyılda İngiliz konsolosu olarak İzmir’de bulunan Sir Paul Rycaut ise Vezir suyunun faydalarını şöyle anlatmaktadır : “Ahmet Paşa, büyükçe bir akudük yaptırdı ve birçok suları buraya akıttırdı. Bu tesis yalnız yeni yapılan Vezirhan, Bedestan vesaire gibi binalara gerekli suyu vermekle kalmadı, aynı zamanda eskilere ilave olarak 73 çeşme ile yeniden kazılıp onarılan on çeşmeye de su ekledi. Önceleri birçok evler sularını çok uzaklardan getirdikleri halde şimdi her aile kolayca suyunu temin etmektedir. Asya şehirlerinde kurulmuş birçok şehirler gibi burada da her cadde ve her yol, bu suretle ihtiyaçlarını karşılamış oldu.” Vezir suyu kemerinin yedi tane üstten ve iki tane de alttan olmak üzere dokuz kemeri bulunmaktadır.

İzmir’de vakıf olarak Vezir suyundan sonra en önemli su tesisinin, Osman Ağa adındaki bir şahıs tarafından yaptırıldığı görülmektedir. 10 Ağustos 1730 tarihli vakfiye sureti incelendiğinde, bu su yapısı ile ilgili daha ayrıntılı bilgilere ulaşılmaktadır. Onun Kızılçullu mevkisinden getirdiği ve İzmir’in muhtelif mahallerinde yaptırdığı çeşmelerden akıttığı, kendi namıyla anılan su, o devirde İzmir için büyük bir hizmettir. Ayrıca burada Kızıl Çukalı / Kızıl Çullu (Çuhalı) denilen bir değirmenden bahsedilmektedir. Bu değirmen, Osman ağa su kemerlerinin taşıdığı suyla kullanılıyor olmalıdır. İzmir Arkeoloji Müzesi’nde bulunan 1153 envanter numaralı kırık parçalardan oluşan kitabede ise, Osman Ağa suyunun banisi (bina yapan, kurucu) olan Hacı Osman Ağa ile onun küçük oğlu Halil Ağa’dan bahsedilmektedir. Hacı Osman Ağa’nın kimliği hakkında İzmir tarihi yazarlarından Raif Nezih Bey, Fazıl Ahmed Paşa’nın kâhyası olduğunu ve Sinekli mevkisinde bulunan su kemerlerini yaptırmak suretiyle İzmir’e kendi adını verdiği Osman Ağa suyunu getirdiğini bildirmektedir.

Roma ve Osmanlı döneminde İzmir’in su ihtiyacını büyük ölçüde karşılayan bu su kemerleri, yapıldığı çağın mühendislik yeteneği olarak ve kalıcılığı tartışılır yeni yapılara inat, zamana karşı halen ayakta durmaktadır. 

 

Renkli Kalem Medya Grubu
Tüm Hakları Saklıdır ©